ALLAHALLAH'I ZİKRETMEK'I ZİKRALLAH'I ZİKRETMEKETMEK

 ALLAH'I ZİKR ETMEK Allah'ı zikretmek manevî hareketin ve Allah'a yakınlığa doğru seyr ve sülûk etmenin başlangıç noktası sayılabilir. Sülûk eden bir insan zikir vasıtasıyla tedricen madde ufuğundan daha yukarılara çıkar, sefa ve nuraniyet âlemine ayak basar ve Allahu Teâlâ'ya yakınlık makamına ulaşıncaya dek tedricen mükemmelleşir. Allah'ı anmak ibadetlerin ruhu ve onların meşru oluşunun en büyük hedefi menzilesindendir. Çünkü her ibadetin değeri insanın teveccüh miktarı kadardır. Ayet ve hadislerde Allah'ı zikretmek konusunda pek fazla tavsiyeler edilmiştir. İşte bir kaç örnek: Allahu Teâlâ Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyuruyor: Ey iman edenler, Allah'ı çokça zikredin (anın). [1] Keza buyuruyor ki: Onlar (akıl sahipleri), ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikreder ve göklerin ve yerlerin yaratılışı hakkında düşünürler. (Ve derler ki:) Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Sen münezzehsin, bizi ateşin azabından koru. [2] Başka bir yerde de şöyle buyurmakta: Gerçekten de kendini temizleyip-arınan ve rabbinin adını anıp da namaz kılan kurtulur, murada erer. [3] Ve yine buyuruyor ki: Ve sabah, akşam rabbinin adını zikret [4] Diğer bir yerde de şöyle buyuruyor: Rabbini çokça zikret ve akşam, sabah O'nu tesbih et. [5] Allahu Teâlâ Nisa Suresi'nde buyuruyor ki: Namazı bitirdiğinde, Allah'ı ayaktayken de, otururken ve uzanırken de zikredin. [6] İmam Sadık'ın (a.s) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: Her kim Allah'ı fazla zikrederse Allahu Teâlâ onu Cennet'te kendi lütfunun gölgesi altında tutar. [7] İmam Sadık (a.s) ashabına şöyle buyurmuşlardır: Mümkün olduğu kadar gece gündüz her saatte Allah'ı anın. Çünkü Allahu Teâlâ kendisini fazla zikretmenizi emretmiştir size; Allahu Teâlâ kendini anan bir mümini anar. Bilin ki, bir mümin Allah'ı anarsa Allah da onu anar. [8] Yine İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: Allahu Teâlâ Hz. Musa'ya (a.s) şöyle buyurmuştur: Gece ve gündüz boyunca beni çokca zikret; zikredince huzu ve huşu içinde, belayla karşılaşınca sabırlı ve beni anınca huzurlu ve sakin ol. Bana ibadet et ve ortak koşma. Herkes bana dönecektir. Ey Musa! Beni kendine zahire edin; hazinen olan kalıcı salih amellerini benim yanıma bırak. [9] İmam Sadık (a.s) başka bir yerde de şöyle buyurmaktadır: Allah'ı zikretmekten başka her şeyin bir haddi ve sınırı vardır; ancak Allah'ı zikretmenin bir haddi ve sınırı yoktur. Allah'ın bir takım farizaları vardır ki her kim onları yaparsa sınırları odur. Her kim Ramazan ayının orucunu tutarsa onun sınırı odur. Hac da sınırlıdır, Her kim hac merasimlerini yerine getirirse onun sınırı da odur. Ancak Allah'ı zikretmenin bir sınırı yoktur. Allahu Teâlâ onun azına razı olmamıştır. Ona son bulacağı bir sınır da bırakmamıştır. Daha sonra şu ayet-i kerimeyi okudu: Ey iman edenler, çokça Allah'ı zikredin. Ve O'nu sabah ve akşam tesbih edin. (Ahzab / 41-42) ve Allahu Teâlâ bu ayette zikir için belli bir miktar tayin etmemiştir buyurdu. İmam (a.s) daha sonra şöyle devam etti: Babam İmam Muhammed Bâkır (a.s) çokça zikrederdi. Ben onunla birlikte yürürken o Allah'ı zikretmekteydi. Onunla yemek yerken o zikrederdi. Hatta halk ile konuştuğu zamanda bile Allah'ın zikrinden gafil değildi. Dili ağzına yapıştığı halde dahi lâ ilahe illallah dediğini görüyordum. Sabah namazından sonra bizi etrafına toplayarak güneş doğuncaya kadar zikretmemizi emrederdi. (Sonra da şöyle devam etti:) Resulullah (s.a.a) buyurdular ki: (Size her amelden daha fazla derecenizi yükseltecek, Allah yanında her şeyden daha temiz ve daha sevgili olan, sizin için dirhem ve dinardan daha iyi ve hatta Allah yolunda düşmanlarınızla cihad etmekten daha faziletli olan amellerin en iyisini haber vereyim mi?) Buyur ya Resulullah, diye arzedilince (Allah'ı çokca zikredin), diye buyurdu. İmam Sadık (a.s) daha sonra konuşmasını şöyle sürdürdü: Adamın biri Resulullah'ın (s.a.v) huzuruna çıkarak: Mescid ehlinin en üstünü kimdir? diye arzetti. Resulullah (s.a.a): Allah'ı diğerlerinden daha fazla zikreden kimsedir, cevabını verdi. Resulullah buyurmuştur ki: Herkimin zikreden dili varsa dünya ve Ahiretin hayırı ona verilmiştir. [10] Resulullah (s.a.a) Ebuzer'e şöyle buyurmuştur: Kur'ân tilavet et ve Allah'ı çokça zikret; zira bu iş senin göklerde zikredilmene sebep ve yeryüzünde senin için nur olur. [11] İmam Hasan'ın (a.s) Resul-i Ekrem'den (s.a.a) şöyle rivayet ettiği nakledilmiştir: Cennet bahçelerine doğru yarışın. Ashab: Cennet bahçeleri nelerdir? diye sorunca, Hazret: Zikir halkalarıdır. cevabını verdiler. [12] İmam Sadık (a.s) Hz. Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu nakleder: Gafiller arasında Allah'ı zikreden kimse (savaştan) kaçanlar arasında bir mücahid gibidir ve Cennet böyle bir mücahide farzdır. [13] Resulullah'ın (s.a.a) ashabına şöyle buyurduğu nakledilmektedir: Cennet bahçelerinden yararlanın. Ya Resulullah! Cennet bahçeleri nelerdir? diye arzedilince Hazret: Zikir meclisleridir. Gece gündüz Allah'ı zikredin; herkim Allah yanında kendinin değer ve makamını bilmek istiyorsa Allah'ın kendisi yanında makamının ne olduğuna baksın. Çünkü Allahu Teâlâ kulunu, kulunun O'nun kendisi (Allah) için seçtiği makama ulaştırır. Bilin ki sizin derecenizi her amelden daha yukarı çıkaran ve sizin için güneşin ışıdığı şeylerden daha iyi olan amellerinizin en iyisi, Allah'ı zikretmektir. Zira Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur: Ben, beni zikredenle birlikteyim. [14] ALLAH SEVGİSİ İnsan gönlünün idrak edip varabileceği en yüce ve kutsal duygu Allah sevgisidir. İyilik güzellik ve kemali sevmek insanın fıtratında koyulan bir şeydir. Sonsuz güzellik ve kemal ise Hak Teala'ya mahsustur. Onda hiç bir kusur ve eksiklik mevcut değildir. O iyiliklerin kemal ve güzelliklerin kaynağıdır; herkesin sahip olduğu her türlü iyilik ve güzellik ondadır. İnsan'ın kalbinde iman nuru tecelli edip Hak Teala'nın, bütün kemallerin, güzelliklerin ve iyiliklerin kaynağı olduğuna yakin ederse, onu her şeyden daha çok sever. Bu yakin ne kadar güçlü ve şiddetli olursa Allah sevgisi ve aşkı da o kadar güçlü olur. Nitekim Peygamberler, imamlar ve Allah’ın velileri yakinleri herkesten daha fazla olduğu için herkesten daha çok Allah'a aşıktırlar ve onun yolunda her türlü çileye katlanmaya razı olurlar. Evet gerçek mu'minler, Allah'ı her şeye tercih edip onun rızasını kazanmayı en büyük hedef olarak seçerler. Kur’an-ı Kerim şöyle buyurmaktadır: “İnsanlar içinde, Allah’tan başkasını ‘eş ve ortak’ tutanlar vardır ki, onlar (bu eş ve ortakları) Allah’ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah’a olan sevgisi ise, daha güçlüdür…” (Bakara, 165) Yine Tevbe suresinde Allah-u Teala şöyle buyurmuşlardır: “(Ey resulüm), deki: Eğer babalarınız çocuklarınız, eşleriniz, akrabalarınız, kazandığınız mallar, az kar getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah'tan, O’nun resulünden ve onun yolunda cihat etmekten size daha sevimli ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleye durun Allah fasıkları hidayet etmez.” (Tevbe, 24) Evet Allah sevgisi Resulullah'ın şu mübarek sözünde en güzel şekilde tecelli etmiştir: “Allah-u Teala benim göz nurumu namazda koymuştur. Allah aç olan birisine yemeği, susuz olan birisine de suyu sevdirdiği gibi namazı da bana sevdirmiştir: ne var ki aç, yemeği yediği zaman yemeğe, susuz, suyu içtiği zaman suya doyar, ama ben namaza hiçbir zaman doymam!” Yine bir başka Allah aşığı olan Hz. Emir-ül Mu'minin Ali (a.s)’nin Kumeyl duasındaki şu cümlesine dikkat edin: “Rabbim eğer beni cehenneme götürürsen, azap ateşinin hararetine dayansam bile, senden ayrılmaya nasıl dayanırım?!” Veya secde edenlerin seyidi ve ibadet edenlerin ziyneti olan İmam Zeynelabidin (a.s) şu münacatına kulak verin: “İlahi, senin muhabbetinin tadını tadan birisi başkasını nasıl isteyebilir ve senin yakınlığına ünsiyet kuran-alışan, senden nasıl ayrılabilir?!” “Ey isteyen kalplerin temennisi ve ay sevenlerin en büyük arzusu, senden muhabbetini ve seni sevenlerin muhabbetini diliyorum.” İmam Sadık (a.s) ise şöyle münacat ediyor Rabbiyle: “Ey benim efendim, ben senin sevgine açım, doyamam. Ah, ne kadar arzuluyorum ben görmediğim halde beni gören Rabbimi!” Yine bir hadisinde şöyle buyuruyor İmam Sadık (a.s): “Kalp Allah’ın haremidir, Allah’ın haremine Allah'tan gayrısını yerleştirme!” Evet gerçek bir mu’min, Allah sevgisine hiçbir şeyi tercih edemez. Başka sevgiler eğer bu sevgi doğrultusunda olur veya en azından bu sevgiye mani olmazsa sakıncasızdır. Onun için biz Resulullah’ı, Ehl-i Beyti’ni, imamları, Allah’ın velilerini seviyoruz. Zira Allah da onları seviyor; onları sevmek Allah’ı sevmektir. Çoluk çocuk sevgisi, mal mülk sevgisi de eğer Allah'ın rızası doğrultusunda olursa, yani Allah sevgisine engel olmaz veya Allah'ın emirlerine engel olmazsa, makul bir derecede sakıncasızdır ve tabidir. Fakat gerektiğinde diğer bütün sevgiler Allah sevgisine ve onun rızasına feda edilmelidir. ALLAH SEVGİSİNİN ÖLÇÜSÜ Allah-u Teala, kendi sevgisinin ölçü ve alametinin Resulullah‘a uymak onun emirlerine itaat etmek olarak belirlemiştir. “Deki (ey Müslüman’lar), eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ve itaat edin ki Allah ta sizi sevsin ve günahlarınızı affetsin...” (Ali İmran, 31) Resulullah'ın zamanında ona itaat etmek, Allah sevgisinin alameti ise, Resulullah’tan sonra da onun gerçek halifeleri olan Ehl-i Beyti’ne uymak ve onlara itaat etmek, Allah sevgisinin gerçek ölçüsüdür. Bunu da Resulullah (s.a.a) muhtelif hadislerinde beyan etmiştir ki, bunların en önemlisi “Sekalayn” hadisidir ki Resulullah ölümü yaklaştığında şöyle buyurmuştur: “Ben, sizin aranızda iki ağır emanet bırakıp gidiyorum; biri Allah'ın kitabı diğeri itretim olan Ehl-i Beytim’dir. Onlara sarıldığınız müddetçe asla sapıklığa düşmezsiniz. Bu ikisi Kevser havuzu başında bana varıncaya kadar birbirinden asla ayrılmazlar. Bakın görün onlara nasıl davranacaksınız.” Bu hadis Şia kaynaklarının yanı sıra bir çok Ehl-i Sünnet kaynaklarında da nakledilmiştir. Yine buyurmuştur: “Her şeyin bir temeli vardır, İslam’ın temeli de ben ve Ehl-i Beytim’i sevmektir.” ALLAH'I TANIMA 1- Varlik ve Hakikat Açisindan Dünyaya Bakis (Allah'in Varliginin Zarureti). 2- Insan ve Dünya Arasindaki Iliskiler Açisindan Dünyaya Bakis. Allah'in Birligi. 3- Zat ve Sifat. 4- Allah'in Sifatlarinin Manasi. 5- Sifatla Ilgili Açiklama. 6- Fiil Sifatlar. 7- Kaza ve Kader. 8- Insan ve Ihtiyar. 1- VARLIK VE HAKIKAT AÇISINDAN DÜNYAYA BAKIS (ALLAH'IN VARLIGININ ZARURETI) Insanin var olmasiyla onunla birlikte olan idrak ve suur, ilk attigi adimda ona Allah ve yaratilanlarin varligini aydinlatir. Çünkü, kendileri ve bütün her seyin var olusunda süpheye düsen ve varlik dünyasini hayal ve batil düsünce sanan kimselerin aksine biliyoruz ki, idrak ve suurla yaratilan bir insan her seyden önce kendisini ve dünyayi idrak eder yani kendisinin ve kendi disindaki varliklarin varliginda tereddüt etmez. Insan var oldugu sürece bu idrak ve ilim onunla birliktedir ve herhangi bir kusku ve degisimi kabullenmez. Insanin, süpheci ve safsataci karsisinda ispat ettigi bu gerçek varlik, sabittir, hiç bir zaman butlan ve degisimi kabul etmez. Yani gerçegi inkar eden süpheci ve safsatacinin sözü asla dogru degildir. Neticede varlik dünyasi sabit bir gerçegi içermistir. Ama bununla birlikte gördügümüz bu varliklarin her biri kisa yahut uzun bir süreden sonra varligini kaybediyor ve yok oluyorlar. Böylece görülen dünya ve parçalari, gerçegin ve varligin özü olmadigi belki kendileri disinda sabit bir gerçege dayali olduklari, onunla var olduklari, onunla baglantida olduklari sürece varliklarini sürdürdükleri, ondan koptuklari anda yok olmaya mahkum olduklari ortaya çikmis olur.[144] Bizler butlani kabullenmeyen böyle bir varliga (Vacib-el Vücud, yani) Allah adini veriyoruz. 2- INSAN VE DÜNYA ARASINDAKI ILISKILER AÇISINDAN DÜNYAYA BAKIS Önceki bölümde Allah'in isbati için izlenilen yol çok açik, sade ve hiç bir zorlukla karsilasmadan fitratla izlenebilen bir yoldur. Ama halkin çogu devamli maddiyatla mesgul olduklari ve hissi lezzetlere kapildiklari için dejenere olmamis pak fitrata dönüsleri çok zor ve agirdir. Bu yüzden pak dininin genel insanlar için oldugunu tanitan ve dini talimat karsisinda hiçbir kimse hakkinda fark gözetmeyen Islam dini, Allah'in varligini bu tip insanlara ispatlama amaciyla baska bir yol izlemis ve insanlari pak fitratlarina teveccüh etmekten alikoyan yoldan girip onlarla konusmus ve onlara Allah'i tanitmistir. Kur'an-i Kerim, insanlara Allah'i tanimak için çesitli yollar sunmustur. Bunlarin arasindan en fazla düsüncelerini dünyanin yaratilis ve ona hakim olan kurallara çekmis, gökyüzünde ve kendi nefislerinde mütalaa etmeye davet etmistir. Çünkü insanoglu bir kaç günlük yasantisinda hangi yolu seçerse seçsin ve neye dalarsa dalsin, varlik dünyasi ve ona hakim olan kurallar disina çikamaz. Onun suur ve idraki, yeryüzü ve göklerdeki sasirtici sahneleri seyretmekten kendisini alamaz. Bildigimiz gibi gözle görülen bu genis varlik dünyasinin parçalarinin her biri ve bütünü sürekli olarak degisme halindedirler ve her zaman için yeni bir sekilde tecelli ederler.[145] Istisna kabul etmeyen etkenlerin tesiri altinda var olurlar. Uzak gezegenlerden, dünyanin parçalarini teskil eden en ufak zerrelere kadar, her biri istisna kabullenmeyen kurallariyla sasirtici bir sekilde uygulanan apaçik bir sistemi içerirler ve kendi etkisi sinirindaki her seyi, en asagi dereceden en kamil dereceye ve hedefi olan kemal dogrultusunda itmekte ve sürüklemektedir. Özel nizamlarin üstünde, umumi ve genel nizamlar ve nitekim en üst düzeyde dünyanin sayisiz parçalarini ve yine küçük nizamlarini birbiriyle ilintili kilan ve uygulamasi süresince hiçbir zaman sasmayan ve istisna kabullenmeyen dünya genel nizamidir. Örnegin, yaratilis nizami bir insana yeryüzünün bir tarafinda yer vermisse onun vücut yapisini çevresiyle uyum saglayabilecek biçimde terkip kilmis ve yasam çevresini de muhabbetli bir dadi gibi onu besleyecek bir sekilde düzenlemistir. Günes, ay, yildizlar, toprak, su, gece ve gündüz, mevsimler, rüzgar, bulut, yagmur, yer alti ve yer üstü zenginlikler ve kisacasi bütün her sey güçlerini onun rahatligini temin etmek için sarf ederler. Biz böyle bir bagimliligi, yaratiklar ve onun uzak ve yakin komsulari ve yasadigi bölgede bulmaktayiz. Bu bagimliligi varliklarin iç donatimlarinda da bulmaktayiz. Yaratilis eger insana ekmek vermisse ona varabilmek için ayak, tutmak için kol, yemek için agiz ve çignemek için de disler vermistir. Ve onu zincir halkalari gibi birbiriyle ilintili bir takim seylerle ve hedefiyle (kemal ve beka) baglastirmistir. Dünya bilim adamlarinin, uzun yillar süren arastirmalar sonucu elde ettikleri sonsuz ilintilerin, yaratilisin sirlari karsisinda küçük bir baslangiç noktasi oldugunda ve bunun ardindan sonsuz sirlarin var oldugunda ve her yeni bir kesfin insanogluna sayisizca meçhulleri çikaracaginda hiç bir kuskulari yoktur. Acaba parçalarinin her birisi kopuk halde yahut birlik ve bagimlilik halinde sahip oldugu sasirtici istihkamiyla sonsuz bir kudret ve ilmi ispatlayan bu genis varlik dünyasinin yaraticisi olmadigi ve sebepsiz var oldugu nasil söylenebilir? Yoksa bu büyük ve küçük, kisacasi sayisiz ve saglam bagliliklar icat etmesiyle dünyayi büyük bir bütünlük haline getiren, uygulanisinda hiçbir zaman sasirmayan ve kanunlari asla istisna kabul etmeyen dünya genel düzeni acaba hesapsiz ve tesadüfi olarak mi meydana gelmis? Yahut bu varliklar ve evrenin büyük ve küçük çevreleri, var olusundan önce kendisine bir düzen ve yol seçmis ve var olusundan sonra onu takip edip uygulamakta midir? Yahut ta tam bir bagliliga ve bütünlüge sahip olan bu evren çesitli nedenlerden kaynaklanmis ve çesitli düsturlarla mi hareketini sürdürmektedir? Kuskusuz her bir sonucu bir nedene bagli bilen ve bazen gizli bir nedeni bulmak için zamanlar harcayan ve o konuda incelemeye ve ilmi zafer pesine koyulan, düzen ve sirayla birbirinin üzerine birakilan bir kaç kiremiti gördügünde muhakkak bir proje ve amacin olmasina ve bunun ilim ve kudrete dayali olduguna inanan bir kimse, evrenin ve bu sistemin nedensiz var olusunu tasavvur edemez. O halde, evren ve ona hakim olan kurallar, büyük bir yaraticinin eseridir. Onlari sonsuz kudreti ve ilmiyle var etmis ve bir hedefe dogru itmektedir. Cüzi nedenler sonucunda meydana gelen cüzi vakialar onunla sonuçlanir ve bütün yönüyle onun emri ve tedbiri altindadirlar. Bütün her sey, varliginda O'na muhtaçtir ve O hiçbir seye muhtaç degil ve herhangi bir neden ve sartla sinirli degildir. BÖLÜM SONU: ALLAH'IN BIRLIGI Evrenin bütün gerçekleri sinirlidir. Yani nedenin var olmasi farzina göre varliga sahip ve nedenin olmayisi farziyla yok olmaya mahkumdurlar. Varlik hakikatlari sinirlidir. O sinir disinda yokturlar. Ancak Allah'tir ki O'nun için sinir ve had düsünülemez. Çünkü mutlak gerçektir ve her farza göre varliga sahiptir ve herhangi bir sart ve nedenle sinirli ve ona muhtaç degildir. Nasil ki, herhangi bir hacmi ve oylumu sinirsiz farz edersek onun disinda diger bir oylum düsünülemez, düsünülse bile birinci hacmin aynen kendisi olacaktir. Sonsuz ve sinirsiz varlik hakkinda da sayi ve rakam düsünülemez. Çünkü herhangi bir ikinci düsünülmek istenirse birincisinin disinda ve onunla farkli olmalidir ve böylece her ikisi de sinirli ve mütenahi varlik olacak ve her birisi digerinin gerçegine sinir ve had getirmis olacaktir. Öyleyse Yüce Allah tektir ve ortagi yoktur. [146] 3- ALLAH'IN ZATI VE SIFATI Bir insan hakkinda akli incelemede bulunursak onun kisiligini ortaya koyacak bir zata ve o zati tanitacak bir takim örnegin filanin evladi yahut oglu olmasi, bilgili, güçlü, uzun ve güzel olma yahut karsit sifatlar gibi özelliklere haiz oldugunu görürüz. Bu sifatlarin bazilari örnegin birincisi ve ikincisi gibi, hiçbir zaman zattan ayri düsünülemez olmalarina, bilgili ve güçlü olmak gibi diger bazi sifatlar da zattan ayrilir ve insanlara göre farkli olmalarina ragmen hepsi zat disi ve her biri ötekinden farkli seylerdir. Zatin sifatla ve sifatin birbirleriyle zit olmasi, sifata sahip bulunan zatin ve zati tanitan sifatlarin her ikisinin de sinirli ve mütenahi olmasini kanitlayacak en iyi delildir. Çünkü zat gayr-i mütenahi ve sinirsiz olsaydi, bütün sifatlari kapsar ve sifatlar da birbirlerini içerirlerdi. Neticede hepsi bir sey olurdu. Mesela farz edilen insanin zati güçlülük olsaydi, güçlü olmak, bilgili olmak, uzunluk ve güzellik her birisi digerinin aynisi olurdu ve sonuçta bu manalarin hepsi bir manadan fazla olmazdi. Buraya kadar ki açiklamalardan, Yüce Allah'in zati için söz konusu sifatlarin ispat edilemeyecegi aydinliga kavustu. Çünkü sifat, sinir getirmeksizin düsünülemez ve Allah'in Mukaddes zati her türlü sinirlamadan münezzehtir (hatta ettigimiz tenzihten bile. Çünkü tenzih de gerçekte bir sifati ispat etmek demektir). 4- ALLAH'IN SIFATLARININ ANLAMI Yaratilis dünyasinda bir çok kemallerin sifat seklinde zuhur ettigini biliyoruz. Bunlar bulunduklari her seyi daha da kamil edip var olussal degerini çogaltacak olan bir takim müspet sifatlardir. Bu konu insan gibi canli bir varligi, tas gibi cansiz bir varlikla mukayese ettigimizde açikliga kavusur. Kuskusuz bütün bu kemalleri Allah-u Teâla var etmis ve lütfuyla bizlere bagislamistir. Kendisinde bu sifatlar olmasaydi, digerine bagislayamaz ve baskasini kemale eristiremezdi. Bu yüzden akl-i selim geregince yaraticinin ilim, kudret ve bütün her gerçek kemale haiz oldugunu söylemek gerekir. Kaldi ki önceden de belirtildigi gibi ilim, kudret ve kisacasi bütün hayat eserleri yaratilis düzeninde belirgin bir sekilde kendini göstermektedir. Ancak Allah'in zati sinirli ve mütenahi olmadigi için sifat biçiminde O'na isnat edilen bu kemaller gerçekte zatinin ve birbirlerinin aynisidirlar.[147] Zatla sifat ve sifatlarin birbirleriyle olan zitlik ve ayriliklari ancak mefhum ve kavram merhalesindedir. Gerçekte parçalanmayacak bütünlükten baska bir sey degildir. Islam dini izleyicilerini yakismayan bu yanlisliktan (Allah'i nitelendirmek sonucu sinirlamak yahut tüm kemalleri ondan selbetmek) uzaklastirmak için onlari ispatla nefy arasinda korur[148] ve onlara söyle inanmalarini emir verir: Allah ilim sahibidir baskalari gibi degil. Kudretlidir digerleri gibi degil. Duyar; görür, kulak ve gözle degil ve diger sifatlarda aynen böyledir. 5- SIFATLARLA ILGILI AÇIKLAMA Sifatlar kemal ve eksik sifatlar olmak üzere ikiye bölünür. Önceden de belirtildigi gibi bu nitelikleri tasiyan varligin var olussal degerinin ve eserlerinin çogalmasina sebep olan ispat yönlü kavramlara kemal sifatlar denir. Canli, bilgili ve güçlü bir varligi, cansiz, bilgisiz ve güçsüz bir varlikla karsilastirdigimizda bu mana açikliga kavusur. Eksik sifatlarsa kemal sifatlarin tam aksidir. Cahillik, acizlik, çirkinlik, hastalik ve benzeri eksik sifatlara dikkat edecek olursak kavram açisindan olumsuz olduklarini, kemal ve bir nevi var olussal degerden yoksunlugu belirttiklerini görürüz. Buna göre eksik sifatlarin olmamasi, kemal sifatlarin var olmasi demektir. Örnegin cahilligin ve güçsüzlügün olmamasi güç ve bilginin olmasi demektir. Kur'an-i Kerim'in bütün kemal sifatlari vasitasiz olarak Yüce Allah'a ispatlamasi ve her türlü eksik sifati nefy edip, karsit sifatlari ispatlamasi da bu yüzdendir. Sözgelimi: "O'dur bilen, gücü yeten." "O diridir", "ne uyuklamaya kapilir, ne uykuya dalar", "Bilin ki siz Allah'i aciz bir hale getiremezsiniz." Elbette yüce Allah'in sinirsiz, hadsiz ve mutlak varlik oldugunu unutmamak gerekir. Bu yüzden Allah'a isnat edilen her türlü kemal sifat, O'na sinir getirmez.[149] O, maddi, cismani, zaman ve mekanla sinirli degildir. Hadis olan (sonradan yaratilan) her türlü hali sifattan münezzehtir. O'na gerçekten isnat edilen bütün sifatlar, sinirlilik manasindan arindirilmistir. Nasil ki, Sura suresinin 11. ayetinde "O'na hiçbir benzer yoktur." buyuruyor. 6- FIIL SIFATLAR Sifatlar, ayrica baska bir açidan "zat sifatlar ve fiil sifatlar" diye ikiye bölünürler. Söyle ki bazi nitelikler fakat nitelenmise dayanir ve onun araciligiyla varligini gösterir. Örnegin hayat, ilim ve kudret gibi nitelikler diri, bilgili ve güçlü insanla varligini korur ve insanin, digerleri farz olunmadan bu gibi nitelikleri tasimasi düsünülebilir. Ama bazi sifatlar sadece nitelenmise dayali olmakla kalmayip, zatin mezkur sifatla nitelenmesi için diger bir seyin varligini zorunlu kilar. Örnegin yazici ve konusmaci olmak, istekte bulunmak ve benzeri sifatlar. Yazicilikta mürekkep, kalem, kagit vb. konusmacilikta isitici ve istekte bulunmakta istenilecek bir seyin olmasi sarttir, bu sifatin gerçeklesmesinde sadece insani farz etmek, yeterli olmaz. Bu açiklamalardan anliyoruz ki: Allah'in hakiki -ve zatiyla bir olan- sifatlari ancak birinci tür sifattir. Ama sifatlarin gerçeklesmesinde baska bir seyin katkisi oldugu ve yaratiklarin yaratilmasiyla Allah'a isnad edilen bütün sifatlarin Allah'in zatiyla bir ve zati sifatlar olmasi söylenilemez. Yaratilistan sonra Allah'a isnat edilen yaratici, faal, rab= besleyici, dirilten, öldüren, rizik veren vb. isimler O'nun zatiyla bir olmayip zat disi ve fiil sifatlardir. Fiil sifat, isin yapilmasindan sonra zattan degil de fiilden çikarilan ve takilan sifatlara denir. Örnegin yaratici sifati, yaratilisin gerçeklesmesinden sonra yaratilanlardan çikarilan ve algilanan bir sifattir. Bu tip sifatlar Allah'in zatina degil de yarattiklarina dayali oldugu için bunun gerçeklesmesiyle O'nun zati bir halden diger bir hale degismez. Sia, irade ve kelam sifatini bu kelimelerin zahirinden anlasilan anlamlarina göre (irade, istemek, kelam yani lafiz araciligiyla açiklama) fiil sifati bilir.[150] Ama Ehl-i Sünnetin büyük bir kesimi onlari ilim manasina tutar ve zat sifati sayarlar. 7- KAZA VE KADER Nedensellik kanunu evrende istisnasiz olarak hüküm sürer ve uygulanir. Bu sistem geregince evrende her bir varlik kendi varolusunda bir takim nedenlere ve illetlere baglidir. Bu illetlerin tümü mevcut farz edilirse (buna eksiksiz ve tam illet denir) hadis ve sonucun var olusu zorunlu ve gerekli olur. Illetlerden bazilari yahut hepsi yok farz edilirse, sonucun var olmasi gayr-i mümkün ve muhal olur. Bu konunun incelenmesiyle asagida yer alan iki mesele açikliga kavusur: 1- Bir malulün (sonucun) nedenlerinin tümüyle yahut parçalariyla olan ilintisi göz önünde bulundurulursa onun kamil illetle ilintisinin, zaruret (cebr=zorunluluk) ve parçalariyla eksik illetle olan iliskisinin) mümkün=olasilik oldugunu görürüz. Çünkü bir neden bütününün her bir parçasi, sonuç ve malula zorunlu varolus degil de ancak varolus imkani ve olasiligini saglar. O halde her bir parçasinin varliginin tam illetiyle zorunlu bir ilinti içerisinde oldugu varlik dünyasinin bir basindan öteki basina zaruret=zorunluluk hakimdir ve onun vücudu bir takim kesin ve zaruri=zorunlu olaylardan düzenlenmistir. Bununla birlikte, varlik dünyasinin parçalarinin her birinin nakis illetiyle olan imkan ve olabilirlik ilintisi mahfuzdur. Kur'an-i Kerim, kendi ögretisinde bu zaruret hükmüne ilahi kaza adini vermistir. Çünkü bu zaruret de, evrene varlik bagislayandan kaynaklanmistir. Bu yüzden, istisna kabullenmeyen, adaletli, kesin bir hüküm ve kazadir. Yüce Allah, çesitli ayetlerde söyle buyurmustur: "Iyice bilin yaratis da O'nun, buyruk da O'nundur."[151] "Bir isin olmasini diledi mi, ona ancak ol der, o is oluverir."[152] "Allah hükmeder, hükmünü bozacak hiç bir kuvvet yoktur."[153] 2- Bir neden bütününün her bir parçasi malulüne kendisine uygun bir ölçü ve sekillenme verir. Sonucun varolusu, tam illetin belirledigi tüm ölçümlere mutabik olur. Örnegin insanin teneffüs etmesini saglayan nedenler, mutlak ve hadsiz teneffüsü var etmezler. Ancak agiz ve burunun yakinliginda bulunan havadan belirli bir miktari ve ölçüyü, belirli bir zaman ve mekanda, özel bir sekilde teneffüs organindan akcigere gönderir ve yine insanin görmesini saglayan nedenler (nedenlerden biri de insan olmak üzere) mutlak ve sinirsiz görmeyi var etmezler. Ancak görme araçlarinin her bir yönden sagladigi sinirli ve ölçülü bir görmeyi icat ederler. Bu gerçek, evrenin bütün varliklari ve olaylari için istisnasiz olarak geçerlidir. Kur'an-i Kerim kendi ögretisinde bu gerçege Kader adini verir ve bunu yaratilisin kaynagi olan Yüce Allah'a bagli bilir. Allah-u Teâla söyle buyurmaktadir: "Süphe yok ki biz; her seyi bir kadere (nezdimizde bulunan bir plana ve ölçüye) göre yarattik."[154] "Hiçbir sey yoktur ki hazineleri katimizda olmasin, ama biz onu ancak bilinen bir miktarda indiririz."[155] Nasil ki, ilahi kaza geregince, yaratilis düzeninde yer alan her bir varlik ve olay, zaruriyy-ul vücud=varligi zorunlu ve kaçinilmaz bir sey olur; hakeza var olan her bir varlik ve olay, ilahi kader geregince Allah tarafindan belirlenen ölçüden en az bile olsun disari çikamaz. 8- INSAN VE IHTIYAR Insanin fiilleri, yaratilis dünyasinin olgularindan birisidir ve var olusunda evrenin diger olgulari gibi illete tam bir bagliligi vardir. Insan, evrenin bir parçasi ve onun diger parçalariyla varolussal ilintisi olmasi dolayisiyla evrenin diger parçalarinin onun yaptigi islerde hiçbir etkinlige sahip olmadigi düsünülemez. Örnegin: Insanin yiyecegi bir ekmek parçasi için el, ayak, agiz, bilgi, kudret ve irade gerektigi gibi ekmegin disarida var olusu, ona ulasilabilir olmasi, her hangi bir engelin olmamasi ve diger zaman ve mekan sartlarinin gerçeklesmesi bu isin yapilmasinda gereklidir. Bunlardan herhangi biri olmazsa bu eylem insanin gücü disinda olur. Hepsinin gerçeklesmesiyle isin gerçeklesmesi de zaruri=zorunlu olur. Önceden de belirtildigi üzere yapilan fiillerin, tam illet parçalarinin tümüyle zaruret=zorunlu nitelikli ilinti tasimasinin, tam illetin bir parçasi olan insanla ilintisinin imkan ve olabilirlilik olusuyla hiç bir çeliskisi yoktur. Insan, fiilinde serbesttir. Fiilin nedenin tümüne nazaran zaruri=zorunlu olusu, onun insana nazaran da zaruri=zorunlu olmasini gerektirmez. Insandaki saf ve dejenere olmamis kavrayis da bu görüsü destekliyor. Çünkü bizler, insanlarin ilahi fitratlariyla yemek, içmek, yürümek gibi fiillerle sihhat, hastalik, büyüklük, küçüklük ve uzun boylu olmak gibi seyler arasinda fark gözettiklerini gözlemliyoruz. Insanlar dogrudan insanin iradesine bagli olan birinci tür isleri insanin ihtiyarinda bilir onunla ilgili emir ve nehiy, övgü veya yergide bulunur; ikinci kismin tam aksine, çünkü ikinci kisimda insanin hiçbir yükümlülügü yoktur. Sadr-i Islam'da, insan fiili hakkinda Ehl-i Sünnet arasinda iki meshur görüs vardi. Bir grubu, insanin fiillerini Allah'in degismez iradesinin ona taalluk ettigini göz önünde bulundurarak insani kendi fiillerinde cebre=zorlamaya tabi bilmisler ve insanin iradesine ve ihtiyarina hiçbir deger vermemisler. Diger bir grup ise, insani fiillerinde serbest bilmisler ve ilahi iradenin fiillere taalluk ettigini kabul etmeyip, ilahi kader hükmünün kapsami alani disinda bir sey saymislar. Ama Kur'an'in zahiriyle mutabik olan Ehl-i Beyt ögretisine göre insan, fiillerinde serbestir, ama müstakil ve tam serbest degildir. Yüce Allah fiillerin serbest olarak gerçeklesmesini irade etmistir. Önceki tabirimize göre, Yüce Allah, insanin iradesi de olmak üzere neden bütünüyle, fiillerin gerçeklesmesini irade etmis ve onu zaruri=zorunlu kilmistir. Sonuçta böylesine ilahi irade, fiili zaruri=zorunlu ve insani bu fiilde serbest kilar. Yani fiil neden parçalarinin bütününe nazaran zaruri=zorunlu ve parçalarindan biri sayilan insana nazaran da mümkün olur. Imam Cafer Sadik (a.s) söyle buyuruyor: "Ne cebirdir, (zorlama vardir) ne de tefviz (tam serbestlik). Bilakis bu ikisinin arasinda bir seydir (kullar bu ikisinin ortasinda bir yol izleyerek hareket ederler)."

 
ehlibeytgoznurum
 
Kullanıcı adı:
Şifre:
Ezan Vakiti
 
Son Dakika Haberleri
 
Ehlibeytgoznurum Tv Seyredin
 
Elibeytgoznurum Tv Seyretmek İçin Tıklayın
 
Bugün 4 ziyaretçi (8 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol