İki islami grup (Şia ve Sünni) arasında, lafzi ve manevi farklılıklara rağmen ortak hadislerin yanısıra, sadece bir gruba has yani diğer grubun kesinlikle nakletmediği veya asla kabul etmediği bir takım hadisler vardır. Bizim bu yazıdan amacımız, her iki grubun hadislerinin değerini incelemek, özellikle yazılmış olan hadisin duyulmuş olan hadise oranla değerini anlamak ve Hz. Peygamber (s.a.a)’in gerçek sünnetine ulaşmak için sağlam yolları incelemektir. Bütün raviler sadık, güvenilir ve dürüst olsalar da hadislerin arasındaki farklılıkların çıkış nedenini şöyle açıklayabiliriz: Ravilerden bazıları hadisleri duyduktan sonra hemen yazmış, bazıları da hafızasında tutup uzun bir zaman geçtikten sonra onu nakletmiştir.(1) EHL-İ SÜNNET ARASINDA HADİS TEDVİNİNİN AŞAMALARI Ehl-i Sünnet arasında hadis tedvini üç dönem geçirmiştir: a) Hz. Peygamber (s.a.a)’in hadislerinin nakledilme, dinlenilme ve yazılmasının yasaklanış dönemi. b) Hadis uydurma ve teksir etme dönemi. c) Hadis tedvin etme dönemi. Hz. Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in vefatından sonra, O Hazretin hadislerini yazmak, nakletmek, hatta dinlemek bile yasaklanmıştı. Bu yasak yüz yıl (veya daha fazla) sürdü. Ondan sonra hadis yazımı ve tedvini resmen başlamış oldu. Malik’in “Muvatta” kitabı tedvin edilen ilk hadis kitaplarındandır. Ondan sonra birçok sihah ve müsnetler te’lif ve tedvin edildi. Bir süre de yazılmış olan o hadisler incelenmeye tabi tutulup zayıf olan hadisler, sahih olan hadislerden arındırılmış ve o dönemin neticesi “Sihah-ı Sitte” olmuştur. Şimdi her aşamayı tafsilatıyla açıklıyoruz: 1- İlk Aşama: Hz. Peygamber (s.a.a)’in Hadislerinin Nakledilme, Dinlenilme ve Yazılmasının Yasaklanışı a) Hz. Peygamber’in hadislerine istinat ederek hadis yazımının yasaklanması: Ahmed bin Hanbel, Müslim, Daremi, Termizi ve Nesaî, Ebu Said-i Hudri’den naklen Hz. Peygamber (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu naklediyorlar: “Benden Kur’ân’dan başka bir şey yazmayın; Kur’ân’dan başka bir şey yazan, onu mahvetsin.” (2) Bu hadis, kitaplarda yazılmış ve çeşitli beyan ve şekillerde nakledilmiştir; ama ortak manaları naklettiğimiz şekildedir. Yine Ebu Said-i Hudri’den, hadis yazmanın câiz olmaması hususunda diğer hadisler de nakledilmiştir. Örneğin: “(Ashaptan bazıları) hadis yazmak için Peygamber (s.a.a)’den izin istediler; fakat Peygamber (s.a.a) onlara izin vermedi.” (3) b) Birinci ve ikinci halifenin emriyle hadis yazımının yasaklanışı: 1- Zehebi Tezkiret’ul - Huffaz’da, Merasil bin Ebi Melike’den şöyle naklediyor: Ebu Bekir, Hz. Peygamber (s.a.a)’in vefatından sonra halkı toplayıp şöyle dedi: “Siz Peygamberden, hakkında ihtilafınız olan bazı hadisler naklediyorsunuz; halkın sizlerden sonra o hadisler hususunda ihtilafları daha çok olacaktır. Binaenaleyh Resulullah’tan bir şey nakletmeyiniz! Eğer bir kimse sizden soru sorarsa, Allah’ın kitabı bizimle sizin aranızdadır, onun helalını helal, haramını da haram bilin, deyin” (4) 2- Çeşitli rivayetlerde ikinci halifenin sünen yazmak istediği, bu konu hakkında ashaptan görüş alış-verişinde bulunduğu, bir ay boyunca Allah’tan hayır bir yol talep ettiği ve nihayet bir şey yazmamak için karar alıp şöyle dediği nakledilmiştir: “Ben, sizden önceki bir kavmi hatırladım, onlar birçok kitaplar yazdılar, sonra o kitaplara önem vererek Allah’ın kitabını terk ettiler. Allah’a ant olsun ki, ben Allah’ın kitabını başka bir şeyle kesinlikle karıştırmayacağım.” (5) Daha sonra şehirlere şöyle bir genelge gönderdi: “Kimin yanında Peygamber’den (s.a.a) bir hadis varsa onu mahvetsin.” (6) 3- Aişe şöyle naklediyor: “Babam Peygamber’den (s.a.a) beş yüz hadis yazmıştı, bir gece sabaha kadar uyumadı, sabah olunca bana şöyle dedi: “Kızım, yanında olan hadisleri getir.” Ben de onları getirdim, derken onları yaktı ve şöyle dedi: “Ölüp de onların senin yanında kalmasından korktum...” (7) 4- Zeyd bin Sabit kendi sahifesini (kitabını) suyla yıkadı, daha sonra onu yakarak şöyle dedi: “Eğer başka sahifelerin de uzak yerlerde olduğunu öğrenmiş olursam, tüm çabayla oraya gidip onu mahvederim.” Abdullah bin Mes’ud da sahifeleri yok etmek için çaba sarf edip şöyle diyordu: “Bu kalpler, adeta bir kaptır; öyleyse onu Kur’an’la işgal edin (doldurun), başka bir şeyle değil.” (8) c) Hz. Peygamber’in hadisini nakletmeği yasaklama!: İkinci halife Abdullah bin Huzeyfe, Ebu Derda, Ebuzer, İbn-i Mes’ud ve Ukbet bin Amir gibi birçok hadis ravilerini kendi yanına çağırtıp onları, hadis nakletmekten alıkoymak için hapse attı. İkinci halife öldürüldükten sonra onlar Osman’ın vasıtasıyla serbest bırakıldılar. (9) Kurza bin Ka’b şöyle naklediyor: “Irak’a misafiret etmeği düşünüyordum, Ömer beni Sırar’a (Medine’nin yakınlarında bir yerin ismi) kadar yolcu etti. Daha sonra; “Sizinle birlikte buraya kadar ne için geldiğimi bilir misiniz?”diye sordu. Cevaben; “Bizi yolcu etmek ve bize ikramda bulunmayı kastetmişsin” dedim. Ömer bu sözüme karşılık şöyle dedi: “Başka bir kastım da vardır; siz öyle bir şehre gidiyorsunuz ki, o şehrin bütün halkı Kur’an okumakla meşguldür, onları hadisle meşgul etmeyiniz; Kur’an’ı güzelleştirin, Resulullah’tan hadis rivayet etmeği ise azaltın.” Kurza Irak’a vardığında, halk ondan hadis söylemesini rica etti, o da cevaben; “Ömer beni hadis nakletmekten nehy etmiştir” dedi. (10) Ömer bir gün, İbn-i Mes’ud, Ebu Derda ve Ebuzer’in hadis nakletmelerine itiraz etti, daha sonra onları habise attı, onlar ikinci halifenin ölümüne dek hapiste kaldılar. (11) Ashab öyle korku ve vahşet atmosferi içinde idi ki, eğer bir kimsenin ağzından, farkında olmadan “kale Resulullah” (Resulullah buyurdu) sözü çıkmış olsaydı, korkuya kapılıp ne yapacağını bilmezdi. Örneğin: Amr bin Meymun şöyle diyor: “Bir yıl, İbn-i Mes’ut’la gidiş gelişimiz vardı, onun kesinlikle Resulullah (s.a.a)’den bir hadis naklettiğini görmedim. Bir gün konuşuyorken ağzından “kale Resulullah” lafzı çıktı, bundan dolayı çok sıkılıp gama büründü, öyle ki alnından ter akmaya başladı.” (12) Buhari, Saib bin Zeyd’den şöyle dediğini naklediyor: “Benim Talha bin Ubeydullah, Sa’d bin Ebi Vakkas, Mikdad bin Esved ve Abdurrahman bin Avf ile sohbetim oluyordu, onların hiçbirinden Resulullah (s.a.a)’ten bir hadis naklettiklerini görmedim; sadece Talha Uhud savaşından söz ediyordu.” (13) Zeyd bin Erkam’a; “Bize hadis söyle” dediklerinde; “Kebirna ve nesiyna” (İhtiyarladık, unuttuk) diyordu. Aşere-i mübeşşere’den biri olan Said bin Zeyd bin Amr bin Nufeyl gibi bazı sahabeler çok az hadis nakletmişlerdir. Ebu Ubeyde-i Cerrah’ın Sahih-i Müslim ve Sahih-i Buhari’de hiçbir hadisi yoktur. (14) Elbette Feth’ul- Bari, Buhari’nin şerhinde, Said bin Zeyd’in kıssasının dipnotunda şöyle yazıyor: “Onlar, hadisin azaltılıp çoğaltılmasından korktuklarından dolayı konuşmuyorlardı.” Feth’ul-Bari onların amelini, ihtiyatçasına bir hareket olarak göstermeğe çalışıyor. Her halukârda, sürekli Peygamber (s.a.a)’le birlikte olan ashabın bu tutumu -ister kıyamet gününden korkarak, isterse hakim olan baskıdan korkarak hadis nakletmekten çekinmeleri- Hz. Peygamber (s.a.a)’in sünnetinin yok olmasına sebep oldu. Birinci neslin vefat etmesi ve çeşitli tebligatlar neticesinde artık sabit ve güvenilecek bir hadis baki kalmadı. Şimdi Sihah-i Sitte’nin, sözümüzü teyit eden hadislerine dikkatinizi çekiyorum: 1-Namazın teşehhüdünün sigaları (okunuş şekli): Teşehhüt namazın farzlarından biri olmasına ve her gün kaç defa tekrarlanmasına rağmen bir çeşit sigası (okunuş şekli) yoktur. Zira Sahih- Müslim ve Sahih-i Buhari’de İbn-i Mes’ud’un teşehhüdü şöyledir: “Ettehiyyatu lillahi ve’s-selevatu ve’t- teyyibatu, es- selamu aleyke eyyühe’n-nebiyyu ve rahmetullahi ve berekatuh, es- selamu aleyna ve ala ibadillah’is- salihin, eşhedu en lailahe illellahu ve eşhedu enne Muhamme’den abduhu ve resuluh.” İbn-i Abbas’ın teşehhüdü ise şöyle: “Et- tehiyyat’ul- mübarekatu ve’s- salavat’ut- tayyibatu lillahi, es- selamu aleyke eyyuhe’n- nebiyyu ve berekatuh, es- selamu aleyna ve ala ibadillah’is- salihin, eşhedu en lailahe illallahu ve eşhedu enne Muhammed’en resulullah.” Ömer bin Hattab’ın minberin üzerinde de okuduğu teşehhüt şöyle: “Et- tehiyyat’uz- zakiyatu lillah’it- tayyibati salavatullahi...” Serahsî’nin rivayetinde de şöyle: “Et- tehiyyat’un- namiyat’uz- zakiyat’ul- mübarekat’ut- tayyibatu lillahi ...” Ebu Said-i Hudri’nin teşehhüdü ise şöyle: “Et- tehiyyatu, es- salavat’ut- tayyibatu, es- selamu aleyke...” Ebu Said-i Hudri daha sonra şöyle diyor: “Biz Kur’an ve teşehhüdün haricinde bir şey yazmıyorduk.”(15) 2- Nikah akdinin sigası (okunuş tarzı): “Bir kadın Resulullah (s.a.a)’in yanına gelerek kendisini O Hazrete bağışlamak istedi. Bu arada bir şahıs ileri çıkarak Hazrete; “Onun nikahını bana kıy” dedi. O adamın kadına mihriye verecek bir gücü yoklu, fakat Kur’an’ın bazı ayetlerini ezberlemişti, bunları o kadına öğretebilirdi. Bundan dolayı Resulullah (s.a.a) o kadını, (bildiği ayetleri ona öğretmesi şartıyla o adama nikahladı.” Resulullah (s.a.a)’in onları nasıl bir siga ve cümle ile evlendirmesine gelince, bir rivayette Hazretin şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Enkehtukeha bima meake min’el- Kur’an” İkinci bir rivayette ise Hazretin şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “ Kad zevvectukeha bima meake min’el-Kur’an.” Üçüncü bir rivayette ise şöyle buyurduğu geçmiştir: “Zevvectukeha ala ma meake.” Dördüncü bir rivayette ise şöyle: “Kad mellektuha bima meake.” Beşinci rivayette ise şöyle: “Kad mellektuha bima meake min’el-Kur’an.” Altıncı rivayette ise şöyle: “Enkehtukeha ala en tegreaha ve tuellimeha.” Yedinci bir rivayette ise şöyle: “Emkennakeha...” Sekizinci bir rivayette ise şöyle: “Huzha bima meake.” (16) Bu ihtilaflardan birçok helal ve haramlar doğmaktadır. Bunlar sadece lafzi ihtilaf değil, belki kendilerine has bir takım fıkhi etkileri de vardır. Hz. Peygamber (s.a.a)’in hadisleri uzun yıllar boyunca yazılmadığına göre, hadislerdeki uyduruk ve tahrif ihtimalini görmezlikten gelsek de yine de hiçbir lafız ve mazmunun Hz. Peygamber (s.a.a)’in kendisinden sadır olduğuna yakin edilmez. İkinci Aşama: Hadis Uydurma ve Onları Teksir Etme İlk halifeler, hadis yasaklama ve Kur’an okumaya teşvik etmekle birçok hadislerin unutulmasına sebep oldular. Osman’ın zamanından itibaren bazı kimseler, çeşitli amaçlardan dolayı hadis uydurmaya teşebbüs ettiler. Her fırka diğer bir fırkaya galip olması için kendisini bir hadisle Resulullah’a intisap ediyordu. (17) Dediğimiz gibi çeşitli sebeplerden dolayı birçok hadisler uydurulmuş oldu. O sebeplerden bazıları şunlardır: 1-Dini yanlış tanıtmak için birçok hadislerin zındıklar tarafından uydurulması. 2- Bazı islami grupların, birbirlerine galip ve hakim olmaları için birçok hadisleri vazetmeleri. Örneğin: Hanefiler Şafiilerin aleyhinde şöyle bir hadis uydurdular: “Ümmetimin arasında Muhammed bin İdris isminde bir adam olacaktır, o ümmetime İblis’ten daha zararlıdır; Ümmetim arasından kendisine Ebu Hanife denilen bir adam gelecektir; o ümmetimin kandilidir.” (18) Bu hadisin senedinde, Memun bin Ahmed-i Selmi ve Ahmed bin Abdullah-i Hunbari isimlerinde hadis uyduran iki şahıs vardır. Bu hadisi, Hatib-i Bağdadi Ebu Hureyre’den merfu olarak (senedini zikretmeksizin) nakletmiştir. Buna karşılık Şafiiler de başka bir hadis uydurdular; o hadis şudur: “Kureyş’e ikram edin; şüphesiz Kureyş’in alimi yerin tabakalarını ilimle doldurmaktadır.” (19) 3- Hadis uydurmanın diğer sebeplerinden biri de hadisi iyice ezberlememektir. Şöyle ki hadis nakledenin hadis uydurma diye bir kastı yoktur. Ama hafızası az olduğundan dolayı sözü yanlış duymuş ve böylece onu yanlış olarak da halka aktarmıştır; onu nakletmek de bir çeşit hadis uydurmak sayılmaktadır. 4- Hakim ve sultanlara yakın olmak için hadis uydurmak. 5- Yaşlılık ve hafızayı kaybetme neticesinde hadis uydurmak. 6- Münazarada karşı tarafa galip olmak için hadis uydurmak. 7- Halkın rızasını kazanmak için hadis uydurmak. Örneğin; hikâye anlatırken onu güzelleştirmek için bazı şeyler artırmak. 8- Mekruhlardan korkutmak ve müstehaplara teşvik etmek için hadis uydurmak. Çeşitli sebeplerden dolayı hadsiz-hesapsız bir şekilde hadis uydurmaya koyuldular. Hatta kıyas ve istinbatlarından elde ettikleri neticeyi bile Hz. Peygamber’e nispet verdiler. (20) Örneğin şöyle dediler: “Eğer Peygamber’in eşi olan Ebu Süfyan’ın kızı, “Ümm’ül- Müminin’” (müminlerin annesi) ise Muaviye de “Hal’ul- Müminin” (müminlerin dayısı)’dır. Kaç yıl böyle geçti, nihayet ümmetin fikir sahipleri, sahih olan hadisleri toplamaya ve onları binlerce batıl hadislerin arasından ayırt etmeğe karar verdiler. Böylece üçüncü aşama, yani sahih hadisleri toplamak ve onları tedvin etmek aşaması yetişmiş oldu. Üçüncü Aşama: Hadis Tedvin Etme Dönemi: Malik’in Muvatta’sı Ehl-i Sünnetten Hz. Peygamber (s.a.a)’in hadisini toplayan ilk şahıs, Medine’nin fakihi diye tanınan Malik bin Enes’tir. Hicri 91-93 yılları arası doğmuş ve 179’da ise vefat etmiştir. Ehl-i Sünnet alimleri onun kitabını kabullenmişlerdir. Şafii onun kitabı hakkında şöyle diyor: “Malik’in Muvatta’sı Allah’ın kitabından sonra en sahih kitaptır.”(21) Dehlevi “Hüccetullah’il- Baliğa” kitabında şöyle demiştir: “Birinci tabakada yer alan hadis kitapları, şu üç kitaptan ibarettir: Muvatta, Sahih-i Buhari ve Sahih-i Müslim.” (22) Suyuti “Tenvir’ul- Havalik” kitabında, Kadı Ebu Bekr bin Arabi’den şöyle naklediyor: “Malik’in Muvatta kitabı birinci asıl, Buhari’nin sahihi ise ikinci asıldır. (23) Malik yüz bin hadis rivayet etti, fakat Muvatta’da onlardan on bin hadis seçti. Daha sonra bu hadisleri sürekli olarak Kur’an’a ve Hz. Peygamber’in ameli sünnetine sunuyordu, nihayet beş yüz hadis baki kaldı.” (24) Ferhun “El- Mezheb-u fî Marifet-i A’yan’il- Mezheb” adlı kitabın önsözünde Atik bin Zübeydî’den şöyle naklediyor: “Malik, Muvatta kitabında on bin hadis topladı, her yıl o kitaba bakara ondan bazı hadisleri çıkarıp atıyordu. Eğer birazcık da yaşayacak olsaydı, onların hepsini silip atacaktı.” (25) Zerkanî’nin Muvatta’ya yazdığı şerhde, İbn-i Hebbab, Ulkiya Heras ve Ebheri’den de üstte geçen ibarelere benzer sözler nakledilmiştir.(26) Malik’in Muvatta’sıyla ilgili bazı nükteler: Evvela; Malik hicretten takriben 90 yıl sonra dünyaya geldi. Eğer hadis yazımına 30 yaşından itibaren başlamış ve Hz. Peygamber-i Ekrem’in zamanında yaşayanlardan veya en azından hicret zamanından O’nunla birlikte olanlardan hadis nakletmek istemiş olursa, o zaman dört vasıtaya ihtiyaç duyması gerekir. Birinci aşamada değindiğimiz gibi, ilk raviler yani ashap, hadisten herhangi bir şey yazmadılar; Hz. Peygamber’den sonra da bir şey yazılmadı. Çünkü o zamanları hadis nakletmek ve hadis toplamak yasaktı. Birinci aşamadaki sözleri dikkate aldığımızda, Muvatta’nın bir hadisinin bile Hz. Peygamber’den sadır olduğunu demek mümkün değildir. Hak, Atik bin Zübeyr’ledir ki şöyle demişti: “Eğer Malik daha çok yaşamış olsaydı, Muvatta’nın bütün hadislerini silip atacaktı.” Saniyen; Malik, sahih hadisi zayıf hadisten ayırt edebilmek için toplamış olduğu hadisleri Kur’an ve Hz. Peygamber’in ameli sünnetiyle mukayese etmiştir. Dikkat edilmesi gereken nükte şudur ki, Malik Kur’an ve sünnetten kavradığı anlayışı kendisine ölçü yapmıştır. Soru şuradadır ki, onun kitap ve sünnetten anladığının doğru olduğuna delil nedir? Öyleyse Malik ve onun gibi kişilerin tashih ve taz’ifleri, başkalarının herhangi bir sorununu çözmüş hükmünde değildir. Diğer bir soru da şu ki, Hz. Peygamber’in ameli sünneti Malik’in eline nasıl ulaştı? Acaba hükümetlerin, iktisadi ve siyasi durumların, halkın yaşam tarzları ve onların sünneti algılaması üzerinde herhangi bir etkisi olmamış mı? Acaba sünnet, halkın arpa ekmeği yediği bir zamanda, bazı insanların altını keserle kırdığı diğer bir zamanla aynı şekilde mi telakki edilmektedir? Acaba Malik, hangi sünneti Hz. Peygamber’in ameli sünneti kabul etmiştir? Diğer bir nükte de şu ki, hadis konusunda ilk tedvin olunmuş olan Muvatta kitabının nüshaları, muhteva (içerik), takdim, tehir ve bablar açısından birbirleriyle farklıdır. Binaenaleyh, dört vasıta ve bunca nüsha ihtilaflarıyla elimize ulaşan Muvatta ve onun gibi kitaplar artık bizce muteber değillerdir. Sahih-i Buhari Hadis toplamaya koyulan ikinci şahıs, Buhari lakabıyla meşhur olan Ebu Abdullah Muhammed bin İsmail-i Farisî idi. Buhari hicri 194 yılında doğmuş, 256’da ise vefat etmiştir. O, “Sahih-i Buhari” adlı kitabı yazmak için 16 yıl zahmet çekmiştir. Onun kitabı hakkında şöyle diyorlar: “Buhari, kendi Sahih’ini 600 bin hadisinin içerisinden istihraç etmiştir.” (27) İsmaili, Buhari’den şöyle dediğini nakletmiştir: “Bu kitapta sadece sahih hadisleri yazdım, yazmadığım sahih hadisler yazdığımdan daha çoktur.” (28) Yine şöyle demiştir: “Ben yüz bin sahih hadis ve iki yüz bin de sahih olmayan hadis ezberledim.” (29) Buhari’ye Tenkitler Birinci tenkit: Hatib-i Bağdadi kendi tarihinde Buhari’nin şöyle dediğini naklediyor: Nice hadisler Basra’da duydum, onları Şam’da yazdım; nice hadisler Şam’da duydum, onu Mısır’da yazdım.” Ya Eba Abdullah (lakabı), kamil bir şekilde mi yazdınız? dediklerinde susarak cevap vermedi. (30) Buhara’nın emiri Uhaydir bin Ebi Cafer de aynı sözü ondan nakletmiştir. (31) İbn-i Hacer-i Askalani de şöyle naklediyor: “Buhari sahihinde “Nevadir” diye adlandırdığı hadisleri, bir senet, iki lafızla tahriç etmiştir.” (32) Velhasıl birinci tenkit şudur ki, Buhari duymuş olduğu hadisleri bir yerde topluyormuş. Onun bu ameli normal olarak bazı kelimelerin değişmesine veya atılmasına sebep oluyormuş. Bazen de bir hadisin senedi diğer hadisin senediyle karışmıştır. Buhari’nin kendisi de hem amelen, hem de laf’zen bu işgale itiraf etmiştir. İkinci tenkit: Çeşitli karine ve tenkitlerle, Sahih-i Buhari’nin müellifinin kendi hayatında, söz konusu kitabın temize çekilip tanzim edilmediği anlaşılmaktadır. O karine ve delillerden biri, Ebu İshak el- Mustemeli, Ebu Muhammed es- Serahsi, Ebu Heysem Keşmiyheni ve Ebu Zeyd Mervzi’nin rivayetlerindeki takdim ve tehirler (kelimelerin ileri-geri yazılmış olmalarıdır;) ve Abdurrahman bin Avf ve Said bin Ziyad’ın biyografilerinin zikredilmemesidir. Üçüncü tenkit: Buhari sahihinde, zayıf, yalancı, meçhul ve ithamlı olan insanlardan pek çok hadisler nakletmiştir. Feth’ul- Bari’nin takriben 65 sayfası, bu şahısların isim ve sakıncalı olmalarıyla ilgilidir.(33) Bunların hepsi Sünni kardeşlerin söz konusu ettikleri tenkitlerdir. Eğer bu tenkitlere, birinci aşamada Malik’in Muvatta’sı hakkında değindiğimiz tenkit ve sözler de eklenmiş olursa, artık hiçbir lafız ve mazmuna güvence baki kalmaz. Şayet bu tenkitten dolayıdır ki, Reşit Rıza el-Menar’da şöyle demektedir: “Bu hadisler hakkında iyice düşündüğünüzde anlayacaksınız ki, o (Sahih-i Buhari) iman ve İslam’ın esas ve erkanından değildir ki, her müslüman Buhari’nin naklettiği her hadise imam etmiş olsun; nerede kaldı ki uyduruk hadislere iman etmesi gereksin. Hiç kimse, İslam’ın sıhhati ve onun tafsili maarifi için, Sahih-i Buhari’yi tanımayı ve onda olan her şeye ikrar etmeyi şart koşmamıştır.”(34) O hadislerin sıhhatine itikat etmek İslam’ın bir cüz’i olmamasıyla birlikte, onların hepsinin doğruluğuna itikat etmek insanın islamiyetine bile darbe vurabilir. Aslında gerçek olmayan esnadı Resulullah’a nispet vermek haramdır. Elbette o kitapta varolan her şeyin batıl olduğuna dair hüküm vermek de doğru değildir. Ama hüccet olacak herhangi bir delil onda yoktur diyebiliriz. Sahih-i Müslim Hadis toplayanlardan üçüncü şahıs, “Sahih-i Müslim” diye tanınan kitabın sahibi Ebu’l- Hasan Müslim bin Haccac el-Kuşeyri en- Nişaburi’dir. Muslim hicri 204’te doğmuş, 268’de ise vefat etmiştir. Vasıtanın çokluğu, lafızların değişikliği vb. yönlerden önceki kitaplara olan tenkitler bu kitaba da yöneliktir. (35) Müslim yazıların üzerinden hadis topluyor ve hadisin lafzına da sadık kalıyormuş. Ama onunla Hz. Peygamber-i Ekrem (s.a.a) arasında takriben on vasıta vardır. Bu yönden Sahih-i Müslim-i daha fazla incelemekten vazgeçiyoruz. Ama sadece nakillerdeki müsamahaya, üstatlar hakkındaki dikkatsizliklere ve çeşitli asırlar boyunca kitabın korunmasına dikkatinizi çekmek için Sahih-i Müslim’in şarihi olan Nevevi’nin senedini nakledip onu incelemek istiyoruz. 631 yılında doğan, 767 yılında ise vefat eden (36) Nevevi şöyle diyor: “Şeyh’ul-Emin Ebu İshak İbrahim bin Ebi Hafs, İmam Muslim bin Haccac’ın Sahihinin hepsini bana nakl etti. Demek ki Sahih-i Müslim’i kendisine nakleden Nevevi’nin üstadı, İbrahim bin Ebi Hafs imiş. (Ö:664) İbrahim bin Ebi Hafs da, Müslim’in kitabını üstadı Mensur bin Abdulmun’im’den (D: 522; Ö: 608) nakletmiştir; Mensur da mezkur kitabı Muhammed bin Fazl el-Fevari’den (D: 541; Ö: 530) öğrenmiştir; Muhammed de mezkur kitabı Abdulğafir-i Farisi’den (D: 353; Ö: 448) öğrenmiştir. (37) Nevevi’nin Müslim’in kitabına olan senedini devam etmeden önce dikkatinizi şu nükteye çekiyorum ki, Nevevi’nin kendi itirafına göre Mensur bin Abdulmun hicri 522’de doğmuştur. Mensur da şöyle diyor: Ebu Cedy Ebu Abdullah Muhammed bin Fazl el-Feravi (Ö: 530), bu kitabı bize nakletmiştir; yani Mensur, sahih olan ve Allah ile kul arasında hüccet sayılan bu önemli kitabı 8 yaşından önce öğrenmiş olması gerekir. Yine hicri 441’de doğan Ebu Abdullah Muhammed bin Fazl El- Feravi, adı geçen kitabı, hicri 448 yılında vefat eden bir kimseden öğrenmiştir; yani Sahih-i Müslim’i 7 yaşından önce öğrenmiş olması gerekir ki, bize nakletmiş olabilsin! Ama eğer; senetlerin zikredilmesi sadece teşrifatıdır denilmiş olursa, o zaman da bu yorumu ispat etmek zor olacaktır. Şöyle de denilebilir: “Sahih-i Müslim’in istinadı Müslim’le mütevatirdir; işte bu yüzden Nevevi bu kitap için doğru bir senet göstermeğe çaba sarf etmemiştir!” Oysa o zamanlarda baskı yoktu, kitaplar istinsah ediliyordu, hadislerde ca’l ve tahrif imkanı daha güçlü idi. Öyleyse sadece o hadis ve kitaplar kabul edilebilir ki, öğrenci üstadından kamil bir şekilde duymuş olsun, kendi yazısını ezberlemiş olsun ve böylece kitabındaki bütün sözleri onun müellifine nispet vermiş olabilsin. Her halükarda bu çeşit tenkitler, Ehl-i Sünnetin diğer sahih, müsned ve hadis kitapları hakkında da söz konusudur. Öyleyse sihah ve sünenler arasındaki fasıla, ilk kitabin yani Muvatta’nın yazıldığı zamana kadar araştırmalı ki, ilk yazılmış olan hadislerin de sahih olarak, sihah ve müsnetler sahiplerinin elerine ulaşmış olması ve müstenit olmaları ve hangisinin senedinin sahih olup olmamsı da belli ve anlaşılmış olsun. Özellikle sahabelerin bazen tabiinden, büyüklerin küçüklerden, bazen de sahabelerin Ka’b bin Ahbar gibi insanlardan hadis nakletmeleri, bazen de hadislerin, Hz. Peygamber-i Ekrem’in ömrünün sonlarında iman eden Ebu Hureyre’den ve Hz. Peygamber’in zamanında erginlik çağına ermemiş İbn-i Abbas gibi insanlardan nakledilmiş olmaları insanın şüphesine yol açmaktadır. (38) ŞİA’DA HADİS TEDVİNİNİN AŞAMALARI Şia’nın hadisleri, Ehl-i sünnetin hadislerinin aksine ilk önceden yazılmıştır. Çünkü şiiler genellikle Ehl-i Beyt İmamlarının huzurunda veya evlerine döndükten hemen sonra duydukları hadisleri yazıyorlardı. Bazen yazdıkları hadisleri Ehl-i Beyt İmamlarına bile sunuyorlardı; özellikle bazı hadisler hakkında şüpheye düştüklerinde hadisin doğruluğundan emin olmaları için masum İmamlara başvuruyorlardı. Şia’nın hadislerini bir kaç bölümde incelemek gerekir: Hz. Peygamber (s.a.a)’in zamanından Hz. Sadık (a.s)’ın zamanına kadar ki dönem; Kutub-u Erbea’nın tedvin edildiği dönem; Kutub-u Erbea’nın tedvin edildiği zamandan Günümüze kadarki dönem. Birinci Aşama: Hz. Peygamber (s.a.a)’in Zamanından Hz. Sadık (a.s)’ın Zamanına Kadarki Dönem Hz. Ali (a.s), vahiy katiplerinden olmasıyla birlikte, Kur’an’ın nüzul sebebi, nazil olduğu zaman, nasih mensuhu ve diğer konular hakkındaki ilmin yazılması hususunda ısrarlıydı. Hz. Ali (a.s)’ın yazıları çeşitli isimlerle tanıtılmışlardır. Örneğin: “Sahifet-u Ali”, “Kitab-ı Ali”, “Sünnetuha, Kazavetuha ve Hikemuha” kitabı ve “Camia” kitabı. Hz. Ali (a.s)’ın Sahifesi hakkında görüş birliği vardır. Yani hem Şia ve hem de Ehl-i Sünnet alimleri onun var olduğu kanısındalar. Ahmed bin Hanbel, Şeyheyn ve Sünen sahipleri, ilim, cihat, diyat, harem-i Medine, zimmet’ul-muslimin ve diğer birçok bablarda bu Sahifeden söz etmişlerdir. (39) Şia’nın hadislerinden, “Sahifet-u Ali” kitabının, “Kitab-ı Ali” kitabından farklı bir kitap olduğu anlaşılmaktadır. Bu iki kitabın her ikisi de İmam Bakır (a.s)’la İmam Cafer Sadık (a.s)’ın yanlarında mevcut imiş, bundan dolayı da o kitaptan ashabı için bazı sözler nakl etmişlerdir. (40) Bu kitaplar hakkında mufassal konuşmalar olmuştur; bunların birbirinden farklı kitaplar olduğunu savunanlar olmuştur. Örneğin: Seyyid Hasan-ı Sadır (r.a) ve Seyyid Muhammed Rıza Celali el-Hüseyni onların farklı kitaplar olduğuna dair istidlal etmişlerdir. Önemli bir nükte: Hz. Peygamber’in zamanında ve O Hazretten sonra sadece Hz. Ali (a.s) değil, birçok muhlis şiiler de hadis yazıyorlardır. Onlardan bazılarının isimleri şunlardır: 1- İbrahim bin Ebu Rafi. Bu şahıs Hz. Peygamberin amcası Abbas’ın kölesi idi. Abbas onu Resulullah’a bağışladı, Resulullah da onu serbest bıraktı. İbrahim bin Ebu Rafi’nin “Es- Sünen ve’l- Ahkam ve’l- Kazaya” isminde bir kitabı vardı. Necaşi’nin o kitaba olan esnadı şöyledir: “Muhammed bin Cafer en-Nehvi, Ahmed bin Muhammed bin Said’den, o da Hafs bin Muhammed bin Said el- Ehmesi’den, o da Hasan bin Hüseyn el- Ensari’den, o da Ali bin Kasım el-Kindi’den, o da Muhammed bin Ubeydullah bin Ebî Rafi’den, o da babasından, babası da atası Ebi Rafi’den, o da Ali’den bu kitabı bize nakletmiştir.” (41) 2- Selman-i Farisi. 3- Ebuzer-i Gifari. 4- Abdullah bin Abbas. 5- Cabir bin Abdullah-i Ensari. 6- Ubeydullah bin Ebu Rafi. 7- Ali bin Ebu Rafi. 8- Esbeğ bin Nebate. 9- Süleyn bin Kays-i Hilali. 10- Meysem-i Temmar. 11- Haris bin Abdullah. 12- Hucr bin Adi. 13- Reşid-i Hicri. 14- Muhammed bin Kays-i Beceli. 15- Atiyye... (42) Bu şahsiyetlerden bazıları hadisleri, bizzat Hz. Resulullah (s.a.a)’in kendisinden duyup kaydetmişlerdir. Bazıları da Hz. Ali’den öğrenmişlerdir. Ebu Rafi’nin oğulları gibi bazı kimseler de babadan elde ettikleri kitabı sonraki nesle aktarmışlardır. Cabir gibi uzun ömrü olan bazı kimseler de İmam Bakır (a.s)’ın zamanına kadar yaşamış, Peygamber-i Ekrem ve diğer İmamların söz ve amellerini insanlara anlatmışlardır. Her halükarda Şia, Hz. Peygamber’in zamanından, bünyesinde böyle büyük yazarlar bulundurarak hadisleri İmam Bakır ve İmam Sadık (a.s)’ın zamanlarına kadar ve nesilden nesle intikal ettirmişlerdir. İkinci Aşama: İmam Cafer Sadık (a.s)’ın Zamanından Gaybet-i Suğraya (küçük gizlilik) Kadarki Dönem Masum İmamlar, özellikle 5. ve 6. İmam (aleyhum’us- selam), Şiileri aydınlatmakta ve Şiiliğin bir mektep olarak tanınmasında en büyük rolü oynamışlardır. Sürekli ashaplarına, öğrendikleri şeyleri kayıt etmelerini tavsiye etmişlerdir; onlar da öğrendikleri şeyleri yazmışlardır. İşte bundan dolayı bu İmamların öğrencilerinden bir çoğunun kitap ve asılları vardı. Bu asıllar, sonraki İmamların zamanlarda yaşayan insanlar tarafından “Musannefat” adı altında bir araya toplanmıştır; hadislerin sıhhatini sağlamak için onları, son zamanlarda yaşayan Ehl-i Beyt İmamlarına sunmuşlardır; onlar da sahih olan hadisleri zayıf olan hadislerden arındırarak onları bu konuda aydınlatmışlardır. Örneğin: Necaşi (Ö: 450) Zürare bin A’yen hakkında şöyle diyor: “Zürare bin A’yen kendi zamanında ashabımızın şeyhi, onların önünde gelen, Kur’ân okuyan, fakih, mütekellim, şair ve edip bir şahsiyet idi; fazilet ve din onda toplanmıştı, rivayet ettiği şeyde sadıktı. Şeyh Saduk adıyla meşhur olan Ebu Cafer Muhammed Ali bin Hüseyn bin Babeveyh (onun hakkında) şöyle demiştir: Zürare’nin, Cebir ve İstitaat... hakkında bir kitabını gördüm. Zürare, hicri 150’de vefat etmiştir.” (43) Yine Necaşi, Ebu Hamza-i Sumali diye meşhur olan Sabit bin Dinar hakkında şöyle demiştir: “Ebu Abdullah (İmam Sadık-a.s)’dan şöyle rivayet edilmiştir: “Ebu Hamza kendi zamanında, Selman’ın kendi zamanında olduğu gibi idi.” Ehl-i Sünnet alimleri ondan hadis nakletmişlerdir. Ebu Hamza, hicri 150’de vefat etmiştir. Onun “Kitab-u Tefsir’il-Kur’an”, “Kitab’un-Nevadir” ve “Risalet’ul-Hukuk an Ali bin Hüseyn-a.s” vs. konular hakkında bir takım kitapları vardır.” (44) Görüldüğü gibi bu iki şahsiyetten her biri, Muvatta sahibi Malikten bir tabaka -30 yıl- önce yaşamıştır. Malik hicri 179’da vefat etmiştir; onlar ise hicri 150’de vefat etmişlerdir. Bu iki şahsiyetin usulleri (kitap) de vardı. Tasnif aşamasında, Safvan bin Yahya ve Sa’d bin Abdullah gibi Şii şahsiyetler vardır. Necaşi, Safvan hakkında şöyle diyor: “Safvan Kufelidir, sıka birisidir, onun babası, Ebu Abdullah (İmam Sadık)’tan, kendisi de Rıza (a.s)’dan hadis rivayet etmiştir... Takva ve ibadette onun dengi bir kimse yoktu. Ashabımızın zikrettiğine göre otuz kitap tasnif etmiştir. Şimdi o kitaplardan tanınanlar şunlardır: “Kitab’ul- Vuzu”, “Kitab’us- Salat”, “Kitab’us- Savm”, “Kitab’ul- Hac”, “Kitab’uz- Zekat”, “Kitab’un- Nikah”, “Kitab’ut- Talak”, “Kitab’ul- Feraiz”, “Kitab’ul- Vesaya”, Kitab’uş- Şira’i ve’l- Bey”, “Kitab’ul- Itk ve’t- Tedbir”, “Kitab’ul- Beşarat”... Sa’d bin Abdullah hakkında da şöyle diyor: “Sa’d bu taifenin (Şia’nın) şeyhi, fakihi ve ünlü şahsiyetlerindendir. Ehl-i Sünnetten birçok hadis duymuştur, hadis elde etmek için birçok yolculuklar yapmıştır, onların büyüklerinden; Hasan bin Arafe, Muhammed bin Abdulmelik-i Dakiki, Eba Hatem er-Razi, Abbas el-Berheki ve mevlamız Eba Muhammed (a.s)’ı mülakat etmiştir... Sa’d birçok kitaplar tasnif etmiş, tasnif ettiği kitaplardan “Kitab’ur-Rahmet” ve “Kitab’ul-Vuzu” bize ulaşmıştır.” Bu sözlerden, Şia’nın tasnifatının Ehl-i Sünnet’in Sihah-i Sitte’sinden daha önce yazılmış olduğu da anlaşılmaktadır. Üçüncü Aşama: Kütub-u Erbea’nın (Dört Kitabın) Tedvini Gaybet asrı başladıktan sonra Şia alimleri, tasnif olan ve sürekli üstadın öğrencilere okuduğu kitapları ve tasnif edilmemiş fakat sürekli olarak öğrencinin üstattan duyduğu rivayetleri bir araya toplamışlardır. O tedvin edenlerden ilk şahıs, Muhammed bin Yakub-u Kuleyni (Ö:329)’dir. Necaşi onun hakkında şöyle diyor: “Kuleyni, hadiste insanların en güvenirlisi ve en itimat edileni idi. O, hicri 320’de “Kafi” diye meşhur olan büyük bir kitap tasnif etmiştir. Onun Kafi |