EHLİBEYT (A.S) KANALIYLA NAKLEDİLEN GENİŞ GADÎR-İ HÛM HUTBESİ

 EHLİBEYT (A.S) KANALIYLA NAKLEDİLEN GENİŞ GADÎR-İ HÛM HUTBESİ Senetli bir şekilde Alkame b. Muhammed Hazremî kanalıyla İmâm Muhammed Bâkır (a.s) 'dan şöyle nakledilmiştir:"Resulullah (s.a.a), hacc görevini Medine'den (Mekke'ye) gidip yerine getirmiştir. O ana kadar hac ve velâyet dışında bütün şer'î hükümleri insanlara tebliğ etmişti. Cebrâîl (a.s), Resulullah'a (s.a.a) gelerek 'Ya Muhammed dedi, Allah sana selâm söylüyor ve şöyle buyuruyor: 'Ben canını alacağım her peygamberimin ve her resulümün canını, ancak dinimi kemale erdirdikten ve hüccetimi tamamladıktan sonra alırım. Bu dinden de senin üzerinde tebliğ etmen gereken iki fariza kalmıştır; hac farizası ve senden sonrası için velâyet ve hilâfet farizası. Ben yer yüzümü asla hüccetsiz bırakmadım ve asla bırakmayacağım.' Cebrâîl (a.s) şöyle devam etti: 'Allah (azze ve celle) sana, haccı kavmine tebliğ etmeni emrediyor. Seninle birlikte Medine ve etrafından ve bedevilerden kimin gitme imkânı varsa, onlar da seninle hac yapsınlar ki onlara da namazı, zekâtı ve orucu öğrettiğin gibi haccı da öğretesin…' Bunun üzerine Allah Resulü'nün münâdîsi insanlara şöyle seslendi: 'Allah'ın Resulü, hac yapmak istiyor ve önceki şer'î hükümlerde olduğu gibi, haccın da hükümlerini size öğretmeyi amaçlıyor.' Böylece Resulullah (s.a.a) yola çıktı ve onunla birlikte bir çok insan da yola koyuldu ve Resulullah'ın ne yapmak istediğini görmek için ona kulak kesildiler. Bu seferde Medine ve etrafından ve bedevilerden Resulullah (s.a.a) ile hac yolculuğuna çıkanların sayısı, yetmiş bin kişi veya biraz üzerindeydi. Resulullah (s.a.a), hac farizasını bitirip Medine'ye doğru yola çıktı. Cuhfe'ye varmadan, Gadîr-i Hum denen yere vardığında Cebrâîl (a.s) nazil olup 'Ey Muhammed dedi, Allah (azze ve celle) sana selâm ediyor ve şöyle buyuruyor: "Ey Resul, sana indirileni tebliğ et (insanlara ulaştır); eğer bunu yapmazsan peygamberliğini tebliğ etmemiş gibi olursun. Ve Allah seni insanlardan korur."[1](Maide 67. Ayet) Bir ucu Cuhfe'ye yaklaşan Müslümanların önde gidenlerinin geriye çağrılmalarını ve geride kalanlarının da orada toplanmalarını emretti… Ardından Allah Resulü namaza toplanma emri verdi. Orada bulunan ağaçların altının temizlenmesi ve minber şeklinde taşların üst üste kurulmasını emretti ve insanları iyi görebilmesi için onların üzerine çıktı ve Allah'a hamd u senâ ederek şöyle başladı sözlerine: "Hamd ve senâ; birliğinde yüce, tekliğinde yakın, sultasında celaletli ve erkanında azim olan Allah'a mahsustur. “Allah'ın ilmi, yerlerinde kaldıkları hâlde her şeyi kuşatmıştır.”(Talak 12) O, bütün yaratıkları kudret ve burhanıyla hakimiyeti altına almıştır.Allah sürekli olarak şükredilmiş ve sürekli de övülecektir. O yok olmayan bir azametin sahibidir. Yaratan O'dur. Yeniden dirilten de O'dur. Her iş, O'na dönmektedir. Yükseltilmişleri (göklerden ve semavi cisimlerden kinayedir) vücuda getiren, serilenleri (yer yüzünden kinayedir) seren, yerlerin ve göklerin hükümranı, pak, tenzih edilmiş, meleklerin ve ruhun Rabbi, yarattığı her şeye ihsanda bulunan, kendisine yaklaşan herkese lütfeden O'dur. Her göz O'nun gözetimindedir, ama gözler O'nu göremez. Allah ikram edici, hilim sahibi ve tahammül edicidir. Rahmeti her şeyi kuşatmış, nimeti ile hepsine ihsanda bulunmuştur. İntikam almada acele davranmaz ve müstahak olunan azabına hemen teşebbüste bulunmaz. Batınları ve gizlilikleri anlar, içleri bilir, gizlenmişler, O'na saklı kalmaz ve gizlilikler O'na karmaşık gelmez. Her şeyi ihata eden, O'dur. Her şeye galebe çalan, O'dur. Her şeyde kuvvet O'dur; her şey üzerindeki kudret O'dur. O'nun gibi bir şey yoktur. Hiçbir şey yokken, bir şey var eden O'dur. Daimidir; adalet ile kaimdir. İzzet ve hikmet sahibi olan O'ndan başka bir ilah yoktur. (Ali İmran 18)O gözlerin idrakinden yücedir; ama kendisi gözleri derk eder-görür. O, lütuf sahibi ve bilendir.(Enam 103) Hiç kimse görmekle sıfatlarına ulaşamaz ve hiç kimse bizzat Aziz ve Celil olan Allah'ın kendisinin kılavuzluk ettiği dışında gizli ve açık niteliği hakkında bir şey elde edemez.Şahadet ederim ki O öyle bir Allah'tır ki kutsiyeti, zamanı doldurmuştur. O'nun nuru, ebediyeti kapsamıştır. O, emirlerini istişare edilen kimselerle istişare etmeksizin icra etmektedir; takdirinde ortağı bulunmamakta ve tedbirinde hiçbir yardım görmemektedir.Yarattığı her şeyi örnek ve misali olmaksızın, hiç kimseden yardım almadan, zahmete katlanmadan ve fikir ve çare bulmaya ihtiyaç duymadan yaratmıştır. Allah yaratıkları icat etti ve onlar da vücuda geldiler. Yarattı ve onlar da zahir oldular. Evet O, kendisinden başka ilah olmayan Allah'tır; O ki yaptığı sağlam ve işi güzeldir; zulmetmeyen bir âdil ve işlerin kendisine döndüğü bir kerem sahibidir.Şahadet ederim ki her şeyin, azameti karşısında tevazu gösterdiği ve her şeyin, izzeti karşısında zelil olduğu ve her şeyin, kudreti karşısında teslim olduğu ve her şeyin, heybeti karşısında huzû gösterdiği (boyun eğdiği) ilah O'dur. Padişahların padişahı, eflakin (galaksilerin) döndürücüsü, güneş ve ayı râm eden de O'dur. Her şey tayin edilmiş bir zamanla hareket etmektedir. Süratle birbirlerini takip eden geceyi gündüze ve gündüzü de geceye giydirmektedir. Her inatçı zorbayı döküp kıran ve her isyankar şeytanı helak eden O'dur. O'nun için bir zıt ve onunla birlikte bir eş mevcut değildir; tek ve ihtiyaçsızdır; doğurulmamış ve doğurmamıştır; O'nun hiçbir benzeri yoktur (İhlas 3-5) ; tek olan Allah ve azamet sahibi bir Rab'dir; istemekte, ardından yerine getirmektedir; irade etmekte, ardından mukadder kılmakta; bilmekte, ardından saymaktadır; öldürmekte ve diriltmektedir; fakir kılmakta ve zenginleştirmektedir; güldürmekte ve ağlatmaktadır; yakın kılmakta ve uzaklaştırmaktadır; esirgemekte ve bağışta bulunmaktadır; hükümdarlık O'nundur; hamd ve senâ ona mahsustur (Teğabün 1); hayır onun elindedir; O, her şeye kâdirdir. Geceyi gündüze ve gündüzü geceye giydirir; O'ndan başka ilah yoktur. Allah izzet ve mağfiret sahibidir; dualara icabet eden, çok ihsanda bulunan, nefesleri sayandır. Cin ve insanların Rabbidir. Hiç bir şey O'na zor gelmez. Yardım isteyenlerin feryadı O'nu usandırmaz; ısrar edenlerin ısrarı onu bıktırmaz. Salihlerin koruyucusu, kurtuluşa erenlerin başarıya ulaştırıcısı, müminlerin ihtiyaç sahibi ve alemlerin Rabbi'dir. Yarattığı her şeyden dolayı kendisine her hâlde şükredilmesi gereken Allah'tır. O'na hamd ediyorum; sürekli şükrediyorum. Sıkıntı ve rahatlık hâlinde, zorluk ve huzur hâlinde O'na şükrediyorum. O'na meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ediyorum. O'nun emrini dinliyor, sadece O'na itâat ediyorum. O'nu hoşnut eden şeylere teşebbüste bulunuyorum. İtaatinde rağbet ettiğim için ve cezasından korktuğum için O'nun mukadderatı karşısında teslim oluyorum. Zira hilesinden güvende olunmayan (yapılan hilelere uygun zamanında karşılık veren) ve zulmünden korkulmayan (yani asla zulmetmeyen) Allah O'dur. Allah için nefsim hususunda kulluğumu itiraf ediyorum ve O'nun Rab olduğuna tanıklık ediyorum. Bana vah-yettiği her şeyi eda ediyorum; zira eğer onu eda etmezsem, bana azabının ineceğinden korkuyorum. Şüphesiz O'nun azabını, her ne kadar büyük hile yapsa düzen kursa da ve dostluğu halis olsa da hiç kimse defedemez. Allah'tan başka ilah yoktur. Allah bana nazil buyurduğunu tebliğ etmediğim taktirde, risâletimi eda etmemiş olacağımı ilan etti. Beni insanların Şerrinden koruyacağını garantiledi. Allah kifâyet eden ve yücelik sahibidir. Allah bana şöyle vahyetmiştir: "Ey Peygamber, Rabbinden sana indirileni tebliğ et, eğer bunu yapmazsan, O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan korur. Doğrusu Allah kâfirlere yol göstermez." (Mâide, 67) Ey insanlar, ben Allah'ın bana nazil buyurduğu hiçbir şeyi ulaştırma hususunda kusur etmedim ve ben bu âyetin nüzul sebebini sizlere beyan ediyorum: Cebrâîl üç defa bana nazil oldu ve Selâm sahibi olan - ki o Selâm'dır- Rabb'im tarafından bu toplantı yerinde ayağa kalkarak, beyaz ve siyah (ırktan) herkese şunu ilan etmemi emretti: "Ali bin Ebî Tâlib, benim kardeşimdir, vasîmdir, halifemdir ve benden sonra imâmdır. Onun bana nispet makamı, Hârûn'un Musâ'ya olan makamı gibidir; şu farkla ki benden sonra peygamber gelmeyecektir. O, Allah ve Resulü'nden sonra sizlerin velisidir (velâyet ve tasarruf sahibidir)" diye ilan etmemi emretti. Allah, bu konuda kitabından bana bir de âyet nazil buyurdu: "Şüphesiz sizin veliniz, Allah, Resulü, iman edip namaz kılanlar ve rükû hâlinde zekât veren müminlerdir."[2]Namaz kılıp rükû hâlinde zekât veren ve her hâlinde Aziz ve Celil olan Allah'a yönelen kimse Ali bin Ebî Tâlib'dir. Ey insanlar, ben Cebrâîl'den benim için Allah'tan, beni bu önemli şeyi tebliğ etmekten mazur görmesini dilemesini istedim. Zira takva sahiplerinin azlığını, münafıkların çokluğunu, kınayanların fesadını, İslam'ı alaya alanların hilelerini biliyorum. Onlar Allah'ın, kitabında kendilerini şöyle nitelendirdiği kimselerdir: "Onlar kalplerinde olmayanı dilleriyle söylerler. " (Fetih 11) "ve onu kolay sanıyordunuz. Halbuki o Allah katında büyük bir günahtır."[3] Hakeza, münafıklar defalarca bana eziyette bulundular ve beni, "uzun" (her söze kulak asan kimse) olarak adlandırdılar. Onlar Ali'nin benden ayrılmaması, benim kendisine teveccüh etmem sebebiyle böyle olduğumu sandılar. Sonunda Aziz ve Celil olan Allah şu âyeti nazil buyurdu: "(Yine o münafıkların içinde:) 'O (Peygamber her söyleneni dinleyen) bir kulaktır', diyerek Peygamberi incitenler de vardır. De ki: O sizin için bir hayır kulağıdır. Allah'a inanır, mü'minlere inanır ve iman edenleriniz için bir rahmettir. Allah'ın peygamberini incitenler için de acı bir azap vardır."[4] Eğer ben, bana bunu (her söze kulak veren kimse olmayı) isnat edenleri açığa vurmak istersem, edebilirim. Eğer onların şahsına işaret etmek istersem, işaret de edebilirim. Eğer onları alametleriyle tanıtmak istersem, tanıtabilirim. Ama Allah'a yemin olsun ki ben onların işi hususunda yücelik gösterdim. Bütün bunlardan sonra Ali hakkında bana nazil olan şeyi tebliğ etmediğim taktirde, Allah asla benden razı olmayacaktır."Peygamber (s.a.a) daha sonra şu âyeti tilavet buyurdu: "Ey Peygamber! Rabbinden –Ali hakkında- sana indirileni tebliğ et, eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan korur. Doğrusu Allah kâfirlere yol göstermez."(Maide 67) Ey insanlar, biliniz ki Allah Muhacirlere, Ensâr'a ve onlara iyilikle tabi olanlara, köylüye ve şehirliye, Arab'a, ve Acem'e, özgüre ve köleye, büyüğe ve küçüğe, beyaza ve siyaha, ona (Ali'ye) itâat etmeyi farz bilmiş, onu imâm ve yetki sahibi kılmıştır. Her muvahhid için onun hükmünü icra etmesi, sözüyle amel etmesi, emrini kabullenmesi gerekir. Her kim ona muhalefet ederse, melundur. Her kim ona tabi olursa ve onu tasdik ederse, Allah'ın rahmetine mazhar olacaktır. Allah onu ve onu dinleyip kendisine itâat eden herkesi bağışlamıştır.Ey insanlar, bu, böylesine bir toplulukta ayağa kalktığım son defadır. O hâlde işitiniz, itâat ediniz; Rabbiniz olan Allah'ın emri karşısında teslim olunuz. Zira Aziz ve Celil olan Allah-u Teâlâ sizin mevlânız ve mabudunuzdur. Allah'tan sonra (şu anda) ayakta sizleri muhatap kılan, O'nun Resulü olan Muhammed sizin velinizdir. Benden sonra da Ali Allah'ın emriyle sizin veliniz ve imâmınızdır. İmâmet makamı ondan sonra da Allah ve Resulü'yle görüşeceğiniz güne (Kıyamete) kadar onun evlatlarından olan benim neslimin hakkıdır. Allah'ın helal kıldığı hususlar dışında bir helal yoktur. Allah'ın sizlere haram kıldığı şey dışında da bir haram yoktur. Aziz ve Celil olan Allah bana helal ve haramı tanıtmış ve Rabb'imin kitabından, helal ve haramından bana öğrettiği her şeyi de ben ona ifâze etmişim (öğretmişim).Ey insanlar, Allah var olan her ilmi bende bir araya toplamıştır. Ben de öğrendiğim her ilmi takva sahiplerinin İmâmı'nda (Ali'de bir araya) topladım. Var olan her ilmi mutlaka Ali'ye öğrettim. Allah'ın Yasin süresinde andığı “Biz her şeyi apaçık bir imamda saymışızdır”[5] ayetindeki "İmâm-i Mübin / Apaçık İmam ) odur.Ey insanlar, ondan (Ali'den) başkasına yönelerek sapıklığa düşmeyin. Ondan yüz çevirmeyin; onun velâyetinden ayrılmayın. O, hakka hidâyet eder ve hak ile amel eder. Batılı iptal eder ve batıldan sakındırır. Allah yolunda kınayıcıların kınaması ona engel olamaz. O (Ali), Allah'a ve Resulü'ne iman eden ilk kimsedir. Bana iman husussunda hiç kimse ondan öne geçmemiştir. O, canıyla Allah Resulü'nün yolunda her türlü fedakarlığa katlanmıştır. İnsanlardan hiç kimse onunla Allah'a ibâdet etmediği bir zamanda, o, Allah Resulü'yle birlikteydi. Namaz kılan ilk kimse odur. Benimle birlikte Allah'a ibâdet eden ilk kimse de odur. Allah tarafından yerime yatağıma yatmasını emrettim. O da canını bana feda ederek benim yerime yatağıma yattı. Ey insanlar, onu üstün bilin; hiç şüphesiz, Allah ona üstünlük vermiştir. Onu kabul edin; şüphesiz Allah onu tayin etmiştir. Ey insanlar, o, Allah tarafından tayin edilen imâmdır. Her kim onun velâyetini inkâr ederse, şüphesiz Allah tevbesini kabul etmez ve onu bağışlamaz. Allah'ın ona muhalefet eden kimseye böyle davranacağı kesindir. Allah ona böyle yapar ve onu ebediyete kadar, sonsuza dek şiddetli azapla azaplandırır. O hâlde ona muhalefet etmekten sakının. Aksi takdirde yakıtı insanlarla taşlar olan ve kâfirler için hazırlanan (Bakara 24) ateşe duçar olursunuz. Ey insanlar, Allah'a yemin olsun ki önceki peygamberler ve elçiler bana müjde vermişlerdir ve ben Allah'a yemin olsun ki peygamber ve elçilerin sonuncusuyum, gök ve yerdeki bütün yaratıkların üzerinde hüccetim. Her kim bu konuda şek ederse cahiliye küfrü gibi kâfir olmuş olur. Her kim bu sözümden bir şeyde şek ederse bana nazil olmuş olan her şeyden şek etmiştir. Her kim İmâmların birinde şüphe ederse onların tümünde şüphe etmiştir ve kim bizim hakkımızda şüpheye kapılırsa, hiç şüphesiz ateştedir. Ey insanlar, Allah, bu üstünlüğü bana bağışta bulunmuştur; bu onun bana bir minneti ve ondan bana bir ihsandır. Ondan başka ilâh yoktur. Ebediyete kadar, sonsuza dek, her haliyle ona hamd ve senâda bulunuyorum. Ey insanlar, Ali'yi üstün biliniz. Zira o, Allah rızk indirdiği ve yaratıklar baki kaldığı müddetçe kadın ve erkek tüm insanların en üstünüdür. Bu sözü reddeden ve onunla uyumlu olmayan kimse melundur, melundur; gazaba uğramıştır, gazaba uğramıştır!Biliniz ki Cebrâîl, Allah tarafından bu haberi benim için nazil kıldı ve şöyle buyurdu: "Her kim Ali'ye düşmanlık eder ve velâyetini kabul etmezse, lanetim ve gazabım onun üzerine olsun."Herkes yarın için önceden ne göndereceğine baksın. (Haşr 18) Ali'ye muhalefet etmekten ve ayağının sabit olduktan sonra sürçmesinden dolayı Allah'tan korksun. Allah yaptıklarınızdan hiç şüphesiz haberdardır. Ey insanlar, Allahu Teala aziz kitabında buyurduğu “Nefsin: Yazıklar olsun bana, Allah’ın tarafına (Cenbullah’a) nasıl kusurda bulundum” (Zümer 56.ayet) Allah’ın tarafı (Cenbullâh) Ali’dir. Ey insanlar, Kur'ân hakkında tefekkür ediniz, âyetlerini anlamaya çalışınız; muhkem âyetlerine bakınız, müteşabih âyetlerinin ardından koşmayınız. Allah'a yemin olsun ki Kur'ân'ın bütününü sizlere beyan edebilecek ve tefsirini sizler için açıklayabilecek olan kimse, benim elinden tuttuğum, onu kendime doğru yükselttiğim, pazısından tuttuğum, iki elimle kaldırdığım ve sizlere, "Ben kimin mevlâsıysam bu Ali de onun mevlâsıdır" diye bellettiğim kimsedir ve o benim kardeşim ve vasîm (yerime geçecek olan) Ali b. Ebî Tâlib'dir. Onun velâyeti, bana nazil buyuran Aziz ve Celil olan Allah tarafındandır. Ey insanlar, Ali ve onun soyundan olan temiz çocuklarım, sıql-i asğar (daha küçük değerli emanet) ve Kur'ân ise sıkl-i ekber (daha büyük değerli emanet)dir. Bu ikisinden her biri diğerini haber vermekte ve onunla uyum içinde bulunmaktadır. Onlar Kevser havuzunun başında yanıma gelinceye kadar, asla birbirinden ayrılmazlar. Biliniz ki onlar, insanlar arasında Allah'ın emin kulları ve yeryüzündeki hakimleridir. Biliniz ki ben eda ettim! Biliniz ki ben tebliğ ettim! Biliniz ki ben duyurdum! Biliniz ki ben açıkladım! Biliniz ki Allah buyurmuştur ve ben Aziz ve Celil olan Allah adına konuşuyorum. Biliniz ki "Müminlerin Emiri" sadece benim bu kardeşimdir. Biliniz ki "Müminlerin Emiri" olmak, benden sonra ondan başka hiç kimse için helal değildir.Daha sonra Peygamber (s.a.a) eliyle Ali'nin (a.s) pazısından tuttu ve yukarı kaldırdı. Müminlerin Emiri (a.s) ise Peygamber (s.a.a) minberin üstüne çıktığı zamandan beri, ondan bir basamak aşağıda bulunuyordu. Peygamber'in yüzüne (s.a.a) oranla sağ tarafa meyletmişti ve dolayısıyla da her ikisi de bir mekanda durmuş gibiydiler. Sonra Peygamber (s.a.a) elini kaldırdı. Her ikisi de elini göğe doğru açtı. Ali'yi (a.s) yerinden kaldırdı ve ayağı Peygamber'in (s.a.a) diziyle aynı hizaya geldi. Daha sonra Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: "Ey insanlar, bu Ali'dir; o benim kardeşim, vasîm, ilmimi toplayan ve ümmetim arasında iman eden kimseler üzerinde halifemdir. Aziz ve Celil olan Allah'ın kitabını tefsir etmekte, Allah'a davet etmekte, Allah'ı razı eden şeylerle amel etmekte, Allah'ın düşmanlarıyla savaşmakta, Allah'a itâatle dostluk etmekte ve Allah'a isyan etmekten sakındırmakta benim yerime geçen kimsedir. Allah Resulü'nün halifesi odur; Müminlerin Emiri odur; Allah tarafından hidâyet imâmı odur. Nâkısîn (ahdini bozan Cemel ashabı), Kâsıtîn (Zulmeden Muaviye taraftarları) ve Mârikîn'i (dinden çıkan Hâriciler'i) Allah'ın emriyle öldüren odur. Allah şöyle buyurmuştur: "Nezdimde söz değişmez." (Kâf 29) Ey Rabbim, senin emrinle şöyle diyorum: "Allah'ım, Ali'yi seven kimseyi sev, Ali'ye düşman olan kimseye düşman ol; ona yardım edene yardım et, onu yalnız bırakan kimseyi sen de yalnız bırak. Ali'yi inkâr eden kimseye lanet et; Ali'nin hakkını inkâr eden kimseye gazap et."Ey Rabbim, sen, bu konu aydınlandıktan ve Ali'yi bugün tayin ettikten sonra şu âyeti bana nazil buyurdun: "Bugün, size dininizi kemale erdirdim, üzerinize olan nimetimi tamamladım, din olarak sizin için İslam'ı beğendim."[6] Ve buyurdun ki : "Allah katında din İslam’dır. " (Âli İmran 19) Ve buyurdun ki : "Kim, İslam'dan başka bir dine yönelirse, onunki kabul edilmeyecektir. O, ahirette de kaybedenlerdendir."[7] Ey Rabbim, seni de şahit tutuyorum ki ben tebliğ ettim. Ey insanlar, Allah dininizi imâmetle kamil buyurmuştur. O hâlde Kıyâmet gününe ve Aziz ve Celil olan Allah'ın huzuruna varılacağı güne kadar, her kim ona ve benim çocuklarımdan ve onun soyundan gelecek vasîlere iktida etmezse, böyle kimselerin amelleri dünya ve ahirette yok olmuş olur ve sürekli azap içinde bulunurlar; azapları asla hafifletilmez ve onlara mühlet de verilmez. Ey insanlar, bu Ali, sizlerden bana en çok yardım eden, bana en lâyık olan, bana en yakın bulunan ve nezdimde en değerli olan kimsedir. Aziz ve Celil olan Allah ve ben ondan razıyız. Kur'ân'da Ali dışında hiç kimse hakkında rızâyet âyeti (kendisinden razı olunduğunu bildiren bir âyet) inmemiştir. Allah, müminlere hitap ettiği her yerde önce ona hitap etmiştir. Kur'ân'da var olan övgü âyetleri onun hakkındadır ve Allah, İnsan suresinde sadece onun cennete gireceğine şahadette bulunmuştur. Bu sureyi ondan başkası hakkında nazil buyurmamış ve bu sureyle ondan başkasını övmemiştir. Ey insanlar, o (Ali), Allah'ın dininin yardımcısı, Allah Resulü'nün (s.a.a) savunucusudur. O, takvalı, temiz, hidâyet eden ve hidâyet olmuş kimsedir. Peygamberiniz en iyi Peygamber, vasîniz en iyi vasî, onun çocukları da en iyi vasîlerdir. Ey insanlar, her peygamberin soyu kendi sulbündendir. Ama benim neslim, Müminlerin Emiri Ali'nin (a.s) sulbündendir. Ey insanlar, Şeytan Adem'i hasetle cennetten dışarı çıkardı. Sakın Ali'ye haset etmeyiniz. Aksi taktirde amelleriniz boşuna gider, ayaklarınız sürçer. Adem bir sürçme sebebiyle yeryüzüne gönderildi. Oysa Adem Aziz ve Celil olan Allah'ın seçtiği kimseydi. O hâlde sizler, aranızda Allah'ın düşmanları olduğu hâlde nasıl bir halet içinde olacaksınız? Biliniz ki sadece şekavet sahibi kimse, Ali'ye düşmanlık eder ve sadece takva sahibi kimse, Ali'yle dost olur. Ali'ye sadece halis mümin olan kimse iman eder. Allah'a yemin olsun ki Asr suresi Ali (a.s) hakkında nazil olmuştur: "Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. Asra andolsun ki, insan hiç şüphesiz hüsran içindedir." Asra andolsun ki iman eden, hak ve sabırdan hoşnut olan Ali dışında tüm insanlar hüsran içindedir.Ey insanlar, ben Allah'ı şahit tuttum, risâletimi sizlere tebliğ ettim. Peygamber'in sadece açıkça tebliğ etmeden başka bir sorumluluğu yoktur. Ey insanlar, Allah'tan hakkıyla korkun ve dünyadan sadece Müslüman olarak ayrılın. "Ey Kitap verilenler, bir takım yüzleri silip dümdüz ederek arkalarına çevirmeden, yahut cumartesi ashabını (Yahûdileri) lânetlediğimiz gibi lânetlemeden önce, elinizdeki Kitab'ı tasdik ederek indirdiğimiz Kur'ân'a iman edin."[8] Ey insanlar, Allah'a yemin olsun ki bu âyette kendilerini isim ve soylarıyla bildiğim ashabımdan bir grup kastedilmiştir. Ama onları ifşa etmemekle görevlendirildim. O hâlde her kim amel ederse, kalbinde Ali'ye karşı taşıdığı sevgi veya kinle mutabık olan şeyi bulacaktır. Ey insanlar, Aziz ve Celil olan Allah tarafından bana bir nur verilmiş, benden sonra Ali b. Ebî Tâlib'e ve ondan sonra da Mehdi-i Kâim'e kadar, onun nesline verilmiştir. Mehdi de Allah'ın hakkını ve bize ait olan her hakkı geri alır. Zira Aziz ve Celil olan Allah bizleri kusur edenlere, düşmanlık gösterenlere, muhaliflere, hainlere, günahkarlara, zalimlere ve tüm alemlerden gasp edenlere karşı hüccet karar kılmıştır. Ey insanlar, sizleri Allah'tan korkutuyorum ve uyarıyorum ki ben Allah'ın Resulüyüm. Benden ünce de peygamberler var olmuştur. Ben ölür veya öldürülürsem, sizler gerisin geriye mi döneceksiniz? Her kim gerisin geriye dönerse, Allah'a hiçbir zarar veremez. Allah çok yakında şükredenlere ve sabredenlere mükafat verecektir. Biliniz ki sabır ve şükürle nitelendirilen Ali'dir. Ondan sonra da onun neslinden olan çocuklarım da aynen böyledir. Ey insanlar, Müslüman oluşunuz sebebiyle bana, hatta Allah'a minnet etmeye kalkışmayın. Aksi taktirde Allah amellerinizi ortadan kaldırır, size gazap eder ve Allah sizleri ateşten ve (erimiş) bâkırdan alevlere müptela kılar; şüphesiz Rabb'iniz pusudadır. Ey insanlar, benden sonra da ateşe davet edecek olan imâmlar olacaktır; onlar Kıyâmet günü yardım görmezler. Ey insanlar, Allah ve ben onlardan uzağız. Ey insanlar, onlar ve yardımcıları, onlara tabi olanlar, onları takip edenler, ateşin en alt derecesinde olacaklardır ve kibirli kimselerin yeri nede kötüdür! Biliniz ki onlar, Ashab-ı Sahife'dir. O hâlde sizden her biriniz kendi sahifesine baksın."Ravi şöyle diyor: "Peygamber (s.a.a), "Ashab-i Sahife" adını zikredince insanların çoğu Peygamber'in bu sözden neyi kastettiğini anlamadılar. Kendileri için bir soru teşkil etti. Oradakilerden çok azı Peygamber'in maksadını anlayabildi.""Ey insanlar, ben hilâfet emrini Kıyâmet gününe kadar imâmet veraseti olarak neslime emanet ediyorum. Ben tebliğ etmekle görevli olduğum şeyi tebliğ ettim ki, burada hazır olan ve olmayan, dünyaya gelen ve gelmeyen herkese hüccet olsun. O hâlde Kıyâmet gününe kadar, burada hazır olanlar hazır olmayanlara ve babalar çocuklarına ulaştırsınlar. Çok yakında benden sonra imâmeti padişahlık olarak zulüm ve zorbalıkla alacaklardır. Allah gasp edenlere ve (bu hakka) tecavüzde bulunanlara lanet etsin. Bu esnada ey insanlar ve cinler, sizlere dökülmesi gerekeni döker, sizlere ateş ve (erimiş) bâkırdan alevler gönderir ve siz onu asla defedemezsiniz. Ey insanlar, Aziz ve Celil olan Allah sizleri, kötüyü iyiden ayırt etmek için başı boş bırakmamıştır. Allah sizleri gaipten haberdar kılmamıştır. Ey insanlar, Allah, Kıyâmet kopmadan ünce yalanlamaları sebebiyle bayındır olan her bölgeyi helak edecektir ve onu Mehdi'nin hakimiyeti altına geçirecektir. Allah kendi vaat ettiği şeyi uygulayacaktır. Ey insanlar, sizden öncekilerin çoğu helak oldu. Allah onları helak etti ve gelecek nesilleri de helak edecek olan O'dur. Allah-u Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Öncekileri yok etmedik mi? Ardından, sonrakileri de onlara katarız. Suçlulara böyle yaparız. O gün yalanlamış olanların vay haline!"[9] Ey insanlar, Allah bana emretmiş ve beni sakındırmıştır. Ben de Allah'ın emriyle Ali'ye emrettim ve onu sakındırdım. Emir ve yasaklama ilmi onun nezdindedir. O hâlde onun emrini dinleyiniz ki esenlikte kalasınız. Ona itâat edin ki hidâyet bulasınız. Onun yasaklamalarını kabul edin ki doğru yolda olasınız ve onun maksat ve muradına doğru hareket edesiniz ve bilinmedik yollar sizleri onun yolundan alıkoymasın. Ey insanlar, ben Allah'ın uymayı emrettiği doğru yoluyum. Benden sonra da Ali ve sonra onun neslinden olan çocuklarım da hidâyet imâmlarıdır. Hakka hidâyet eder, hakkın yardımıyla adalet üzere davranırlar. Daha sonra Peygamber (s.a.a) şu âyeti tilavet buyurdu: "Rahman ve Rahim olan Allah'ın Adıyla. Hamd alemlerin Rabbi Allah'a mahsustur…" Hamd suresini sonuna kadar okudu ve daha sonra şöyle buyurdu: "Bu sure benim hakkımda nazil olmuştur. Allah'a yemin olsun ki onlar (İmâmlar) hakkında nazil olmuştur. Genel olarak onlara şamildir; özel olarak da onlar hakkındadır. Onlar Allah'ın dostlarıdır; onlara bir korku yoktur ve onlar asla üzülmezler. Biliniz ki Allah'ın hizbi galip gelecektir. Biliniz ki onların düşmanları, sefihler (beyinsizler), sapıklar ve şeytanın kardeşleridir. Onlar batıl şeyleri gurur yüzünden birbirine iletirler. Biliniz ki Ehlibeyt'in dostları ise Allah'ın kitabında kendilerini zikrettiği ve haklarında şöyle buyurduğu kimselerdir: "Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir millettir, babaları veya oğulları veya kardeşleri yada akrabaları olsa bile Allah'a ve peygamberine karşı gelenlere, sevgi beslediklerini görmezsin. işte Allah, imanı bunların kalplerine yazmıştır…"[10] Biliniz ki Ehlibeyt'in dostları Aziz ve Celil olan Allah'ın kendilerini nitelendirdiği ve haklarında şöyle buyurduğu kimselerdir: "İnanıp da imanlarına herhangi bir haksızlık karıştırmayanlar var ya, işte güven onlarındır ve onlar doğru yolu bulanlardır."[11] Biliniz ki onların (Ehlibeyt'in) dostları iman edenler ve şüpheye düşmeyen kimselerdir. Biliniz ki onların (Ehlibeyt'in) dostları esenlikle ve güven içinde cennete girenlerdir. Melekler selâmla onları karşılamaya gelirler ve şöyle derler: "Selâm olsun size, tertemiz oldunuz. O hâlde ebedi olarak cennete giriniz."Biliniz ki Ehlibeyt'in dostları, cennetin kendilerinin olduğu ve içinde hesapsız rızıklanan kimselerdir. Biliniz ki Ehlibeyt'in düşmanları ise ateşin alevleri içine girecek olan kimselerdir. Biliniz ki Ehlibeyt'in düşmanları cehennemden kaynadığı hâlde korkunç bir ses duyan ve cehennemin alevlenmesini gözleriyle gören kimselerdir. Biliniz ki Ehlibeyt'in düşmanları Allah'ın haklarında şöyle buyurduğu kimselerdir: "Her ümmet girdikçe kendi yoldaşına lânet eder."[12] Biliniz ki Ehlibeyt'in düşmanları Allah'ın haklarında şöyle buyurduğu kimselerdir: "Oraya atıldıkları zaman, bekçileri onlara: "Size bir uyarıcı gelmemiş miydi?" diye sorarlar. Onlar: "Evet; doğrusu bize bir uyarıcı geldi, fakat biz yalanladık ve Allah hiçbir şey indirmemiştir, siz büyük bir sapıklık içindesiniz demiştik" derler... Çılgın alevli cehennemlikler yok olsunlar!"[13] Biliniz ki Ehlibeyt'in dostları, gizlide Rab'lerinden korkan ve kendileri için mağfiret ve büyük ecir bulunan kimselerdir. Ey insanlar, ateşin alevleri ve büyük ecir arasındaki fasıla ne de uzundur! Ey insanlar, bizim düşmanlarımız, Allah'ın kendilerini kınadığı ve lanet ettiği kimselerdir. Bizim dostlarımız da Allah'ın kendilerini methettiği ve sevdiği kimselerdir. Ey insanlar, biliniz ki ben uyarıcı ve korkutucuyum, Ali de müjdeleyicidir. Ey insanlar, biliniz ki ben uyarıcıyım ve sakındırıcıyım. Ali ise hidâyet edicidir. Ey insanlar, ben peygamberim, Ali ise benim halifemdir. Ey insanlar, biliniz ki ben peygamberim ve Ali de bundan sonra benim vasîm ve imâmdır. Ondan sonraki İmâmlar da onun evlatlarıdır. Biliniz ki ben onların babasıyım. Onlar da onun (Ali'nin) sulbünden vücuda gelecektir.Biliniz ki imâmların sonuncusu, bizden kıyam edecek olan, Mehdi'dir. Dinlere galip gelecek olan, odur; zalimlerden intikam alacak olan, odur; kaleleri fetheden ve onları yok eden kimse de odur; şirk ehlinden her kabileye üstün gelen ve onları hidâyet eden, odur. Biliniz ki Allah'ın evliya kullarına ait her kanın intikamını alacak olan odur. Allah'ın dinine yardım edecek olan da odur. Biliniz ki derin denizden istifade eden odur; her fazilet sahibine fazileti miktarınca ve cehalet sahibine cehaleti miktarınca karşılık verecek olan odur. Allah'ın seçtiği ve seçkin kıldığı kimse odur. Her ilmin vârisi ve her anlayışı ihata eden odur. Biliniz ki Rabb'inden haber veren odur, ilahi âyetleri yukarı yükselten odur; hidâyete eren temeli sağlam kimse odur ve işlerin kendisine ısmarlandığı kimse de odur. Öncekilerin müjdelediği kimse odur. Hüccet olarak baki kalacak olan odur ve ondan sonra hiç bir hüccet yoktur. Var olan her hak onunladır ve var olan her nur onun nezdindedir.Biliniz ki o galibi olmayan kimsedir. Hiç kimseye onun aleyhine yardım edilmez. Allah'ın yeryüzündeki velisi, kulları arasında hükmedicisi, gizli ve açık eminidir. Ey insanlar, ben sizler için açıkladım ve sizlere anlattım. Benden sonra sizlere anlatacak olan da Ali'dir. Biliniz ki ben, hutbemin sonunda sizleri biat etmek ve ona ikrarda bulunmak için elinizi uzatmaya davet ediyorum ve benden sonra da sizleri kendisiyle biatleşmeye davet ediyorum.Biliniz ki ben Allah'a biat ettim, Ali de bana biat etti ve ben de Allah tarafından onun için sizlerden biat alıyorum. Nitekim Allah-u Teâlâ şöyle buyurmuştur[14]: "Şüphesiz sana baş eğerek ellerini verenler (biat edenler), Allah'a baş eğip el vermiş sayılırlar. Allah'ın eli onların ellerinin üstündedir. Verdiği bu sözden dönen, ancak kendi aleyhine dünmüş olur ve kim Allah'a verdiği sözde vefalı davranırsa, Allah ona büyük bir ödül verecektir." Ey insanlar! Hac ve umre Allah’ın şiarlarındandır. Nitekim Allah şöyle buyurmuştur: “Kim Kabe’yi hacceder veya umre yaparsa, bu ikisini de tavaf etmesinde bir beis yoktur." (Bakara 158. Ayet)Ey insanlar! Allah’ın evini hac etmeye gidin. Allah’ın evine giren her hanedan müstağni olur ve sevinir. Allah’ın evini terk eden her hanedan ise (soy açısından) kesilir ve fakirleşir. Vukuf yerlerinde (Arafat, Meş’ar ve Mina’da) duran her müminin Allah o ana kadar işlemiş olduğu tüm geçmiş günahlarını affeder. Haccı sona erince de amellerine yeniden başlar. Ey insanlar! Hacılara yardım edilir ve harcadıkları şey kendilerine geri döner. Allah ihsan edenlerin mükafatını zayi etmez. Ey insanlar! Kamil bir dinle ve tam bir anlayışla Allah’ın evini haccedin. O şerafet sahibi mukaddes yerlerden tövbe ederek ve günahlardan el çekerek geri dönün. Ey insanlar! Aziz ve celil olan Allah’ın size emrettiği gibi namaz kılın ve zekat ödeyin. Eğer uzun bir süre üzerinizden geçer de kusur ederseniz veya unutursanız Ali sizin ihtiyar sahibinizdir. Sizin için beyan eder. Aziz ve celil olan Allah benden sonra onu kullarının emini olarak tayin etmiştir. O bendendir ve ben de ondanım. O ve benim neslimden olanlar, sorduğunuz her soruya cevap verir ve sizlere bilmediğiniz şeyleri açıklar. Biliniz ki helal ve haram benim tümünü sizlere tanıtacağımdan, bir oturumda tüm helalleri emredeceğimden ve tüm haramları sakındıracağımdan çok daha fazladır. O halde aziz ve celil olan Allah tarafından Müminlerin Emiri Ali ve benim ve onun soyundan olan ondan sonraki vasileri hakkında getirdiğim şeyleri kabul etme hususunda sizlere el uzatmak ve sizlerden biat almakla görevlendirildim. (Ali ve ondan sonraki vasiler hakkında nazil buyurulan şey ise) sadece onlarla ayakta duracak olan imamettir. Onların (vasilerin) sonuncusu ise kaza ve kaderi idare eden Allah ile görüşünceye kadar Mehdi’dir. Ey insanlar! Sizlere gösterdiğim her helalden ve sizleri sakındırdığım her haramdan dönmüş değilim. Onları değiştirmedim. Bunu unutmayınız ve hafızalarınızda tutunuz, birbirlerinize tavsiyelerde bulununuz. Onu değiştirmeyiniz, tahrife kalkışmayınız. Ben sözümü tekrar ediyorum: Namaz kılınız, zekat veriniz, iyiliği emrediniz ve kötülükten sakındırınız. Biliniz ki iyiliği emretmenin en üst mertebesi sözümü anlamanız, onu burada hazır bulunmayanlara iletmeniz, benim tarafımdan kabul etmesini emretmeniz ve muhalefet etmekten sakındırmanızdır. Zira bu emir, aziz ve celil olan Allah ve benim tarafımdandır. Sadece masum imam ile iyilik emredilir ve kötülükten sakındırılır. Ey insanlar! Kur’an sizlere Ali’den sonraki imamların onun evlatları olduğunu tanıtmakta ve ben de onların benim ve onun soyundan olduğunu tanıtmaktayım. Allah-u Teala nitekim kitabında şöyle buyurmuştur: “Bu sözü, devamlı kalacak bir miras olarak bıraktı.” (Zuhruf 28. Ayet) Ey insanlar takvalı olunuz, takvalı olunuz ve kıyametten sakınınız. Nitekim aziz ve celil olan Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “Doğrusu kıyamet gününün sarsıntısı büyük şeydir.” (Hac 1. Ayet) Ölüm, ahiret, hesap ilahi teraziler, alemlerin rabbi nezdinde hesaba çekilmek, sevap ve cezayı hatırlayın. Her kim kendisiyle birlikte bir iyilik getirirse o iyilik esasınca sevaba erişir. Her kim de günah getirirse cennette onun bir nasibi olmayacaktır. Ey insanlar! Sizler aynı anda bana el verebileceğiniz miktardan çok daha fazlasınız. Rabbim, Müminlerin Emiri Ali (a.s) ve ondan sonra gelecek olan imamlar hakkında söylediklerim hususunda dilinizden itiraf almamı emretti. Onlar (imamlar) benim ve onun (Ali’nin) soyundandırlar. Nitekim sizlere daha önce de çocuklarımın onun (Ali’nin) soyundan olduğunu anlattım. O halde hepiniz şöyle deyiniz: Biz işittik, itaat ettik, razı bulunmaktayız, teslim olmuşuz, rabbin ve kendi nezdinden imamımız, Müminlerin Emiri Ali’nin (a.s) ve onun sulbünden dünyaya gelecek olan imamların imameti hususunda bizlere ulaştırdığın şeylere boyun eğmişiz. Bu konuda kalplerimizle canlarımızla, dillerimizle ve ellerimizle sana biat etmekteyiz. Bu inanç üzere hayatta kalacağız ve onunla öleceğiz. (Kıyamet günü de) Onunla haşr olacağız. Asla değişmeyeceğiz, değiştirmeyeceğiz, şek etmeyeceğiz ve inkarda bulunmayacağız. Kalbimizle şüpheye düşmeyeceğiz, bu sözden dönmeyeceğiz ve ahdimizi bozmayacağız. Sen bizlere ilahi öğütlerde bulundun. Müminlerin Emiri Ali (a.s) ve ondan sonra senin neslinden ve onun çocukları olduğunu söylediğin imamlar, Hasan, Hüseyin ve Allah’ın o ikisinden sonra tayin ettiği kimseler hakkında öğüt verdin. O halde onlar için bizden söz ve ahit alındı. Kalplerimizden canlarımızdan, dillerimizden, içimizden ve ellerimizden söz alındı. Her kim yapabilirse eliyle biat eder. Her kim de yapamazsa diliyle ikrar eder. Asla onu değiştirme peşinde değiliz. Allah bu konuda nefislerimizde değişme görmeyecektir.Biz bu konuyu çocuklarımızdan ve akrabalarımızdan uzak ve yakın herkese ulaştıracağız. Allah’ı bu konuda şahit tutuyoruz. Allah şahadet hususunda kifayet eder ve sen de bu itirafımıza şahit bulunmaktasın. Ey insanlar! Ne diyorsunuz? Allah her sesi işitir ve her gizliliği bilir. O halde kim hidayet bulmuşsa kendi lehinedir ve her kim de sapmışsa kendi zararına sapmıştır. Her kim biat etmişse Allah’a biat etmiştir, Allah’ın eli onların (biat edenlerin) elinin üzerindedir. Ey insanlar! Allah’a biat ediniz, bana biat ediniz, Müminlerin Emiri Ali’ye (a.s) Hasan’a Hüseyin’e ve dünya ve ahirette onlardan olan imamlara soylarında baki kalan imamet makamı hasebiyle biat ediniz. Allah vefasız kimseleri (biatini bozanları) helak edecektir. Vefalı olanları ise rahmetine mazhar kılacaktır. Her kim biatinden dönerse kendi zararına dönmüştür. Her kim de Allah’a söz verdiği şeyler hususunda vefalı olursa Allah ona büyük bir ecir inayet buyuracaktır. Ey insanlar! Sizlere bu dediğimizi söyleyin ve tekrar edin. Ali’yi müminlerin Emiri olarak selamlayın ve şöyle deyin: “İşittik, itaat ettik, Rabbimiz, affını dileriz, dönüş sanadır.” (Bakara 285. Ayet) Hakeza şöyle deyiniz: “Bizi buraya hidayet eden Allah’a hamd olsun. Eğer Allah bize hidayet etmeseydi, biz hidayeti bulamazdık.” (Araf 43. Ayet)Ey insanlar! Kur’an’ın nazil buyurmuş olduğu Ali b. Ebi Talib’in faziletleri Allah nezdinde, tümü bir oturumda sayabilecek miktardan çok daha fazladır. O halde her kim onları size haber verir ve onları tanırsa, siz de kendisini tasdik edin. Ey insanlar! Her kim Allah’a, Peygamber’ine, Ali’ye ve bu zikrettiğim imamlara itaat ederse büyük bir kurtuluşa ulaşmış olacaktır. Ey insanlar! Ona biat etmek, velayetini kabul etmek ve onu müminlerin emiri olarak selamlamak hususunda öne geçen kimseler, kurtuluşa erenlerdir ve onlar nimet bahçelerinde olacaklardır. Ey insanlar! Allah’ın sizden razı olacağı bir söz söyleyiniz. Eğer sizler ve yeryüzünde bulunan herkes tümüyle kafir olsa, yine de Allah’a hiçbir zarar gelip çatmaz. Allah’ım! Eda ettiğim ve emrettiğim şeyler hatırına müminleri bağışla ve inkar eden kafirlere gazap et. Hamd ve sena alemlerin rabbi olan Allah’a mahsustur. ZÜLMÜN TUTSAĞI ZEYNEB Bismillahirrahmanirrahim Selam olsun sana ey Ali (a.s.)'ın kızı, ey Hüseyn (a.s.) bacısı, Kerbela şehitlerinin mesajcısı Zeynep (a.s). Selamların en güzeli, Allah (c.c.)'ın selamıyla selamlarım seni. Ya Zeynep (a.s) ben sana anlatmak istediklerimi, yazıya dökmek değil de, senin o mübarek ziyaretinin yanı başında dile getirmek isterdim. Hicretin 6. yılında Cemadiyel evvelin 5. günü Medine de asil ve cefalı bir ailede dünyaya geldin. Sana bu güzel ismi deden Hz. Muhammed (s.a.a.) iki cihan serveri vermişti. Cennette bir ırmaktı Zeynep. Adın gibi, o tertemiz, pak yüreğinle sürekli bir yerden bir yere doğru yol olan hak yolu, İslâmiyet'i yaymaya çalışıyordun. Öyle bir özellik vardı ki sende; yorulmak bilmez bir irade ve azme sahiptin. Senin kişiliğine göre; sorumluluk bilincini taşıyan kadın - erkek herkes, şartlar ne olursa olsun elinden alınan hakkını geri almak için sürekli mücadele etmeliydi. Asla ideallerinden, doğrularından taviz vermemenin, ideallerini her koşulda savunmanın adıydı, Zeynep. Bazı zamanlar öyle bir kişiydin ki; gözyaşları hiç dinmeyen, bağrı yanık, sürekli karalara bürünen yaslı bir Zeynep'tin. Ne cefalar çekmedin ki sen ya Zeynep! Anneni karnındaki Muhsin ile birlikte nasıl da kapı arkasında koydular! Velilerin anasına nasıl da kıydılar! Sen yinede zalimlere karşı hep dimdik ayaktaydın, yıkılmadın. Namazda tek kol ile kunut tutan anan Zehra (a.s)'nın hep yanındaydın. Onunla birlikte sende cefa çekerdin. Ya baban Ali (a.s.)'ın camide kılıç darbesi alması! Sanki o derin yarayı sen almıştın. Ama susmak, içine gömmek zorunda kaldın, bu derin yaraları. Yine de öyle bir Zeynep'tin ki; sen konuşunca baban Ali (a.s.) konuşuyor zannediyorlardı. Onun sözü senin sözündü. Ağabeyin Hasan El-Müçteba'nın İslâm uğruna zehirlenerek parçalanan o mübarek ciğerleri, seni nasılda derinden sarsmıştı. Sanki onunla birlikte senin de ciğeri parçalanmıştı. Yaşadığın onca acılar hançer gibi saplanıyordu yüreğine. Yılmadan, Allah'tan hep sabır ihsan etmesini diledin. Ya Ağabeyin Hüseyin ya ona ne demeli! Ne o sensiz, ne de sen onsuz bir yere gitmezdiniz. Birbirlerinizden biran olsun ayrılmazdınız. Sen uyuyunca sana gölgelik eder, yüzüne güneşin düşmesini engellerdi. Uyanana dek başında beklerdi. Amcanın oğlu ile evlendiğinde bile kardeşin Hüseyinsiz geçen her gün ağlardın. Hüseyin'den ayrılmak, en büyük en zor ayrılıktı senin için. Onun gül misali başını, o nurlu başını bir an görmeden duramazdın. Kerbela; belalı yer. Hayatının en zor anlarını geçirdiğin yerdi. Susuzluktan boğazı kuruyan yeğenin Rugayye, susuzluğunu unutup, ağlayarak çarşafına sarılarak şöyle haykırıyordu: "Hâla babam niye bizi bırakıp ta gitti?" Kardeşinin emaneti, baba özlemiyle yanıp tutuşurken, sen belli ettirmeden gözyaşlarını içine akıtıyordun. "Baban geri gelecek." Diyordun. Diyordun ama görüyordun ki Huseyn darbe üstüne darbe alıyordu. Sanki her kılıç darbesi sana iniyordu. Ve olan oldu. Senin o bakmaya doyamadığın başı, Kerbela'nın kızgın kumlarında, mızraklar üstüne aldılar. Telli Zeynebiye'den bir ses yükseliyordu. "Gardaş Huseyn" Kerbela titriyordu bu sese, yer gök sarsılıyordu. Fırat suyu bulanık akıyordu. Başsız bedene sarılıp "Kül olsun bu dünyanın başına ki sana kıydı." Diye haykırıyordun. Oğullarının ikisini de bu uğurda şehit verdin. Ama biliyordun, her bir şehit Allah'ın dininin yayılması içindi. Lanet yezit tarafından Kerbela'dan Şam'a esir götürüldün. Ey Zeynep, yezit sarayında cellâdın gölgesinde ellerinde zincirler olmasına rağmen, bir an bile yezide biat etmeyen ağabeyin Hüseyin gibi sende, ölüm korkusuna kapılmadın. Bunca şehitlerin amacı heder olup gitmemeliydi. Yorgun ve bitap düşmüş vücudunun ağrılarına aldırmadan, tüm gerçekleri haykırıyordun. Öyle bir haykırıştı ki bu, herkes irkilmişti bu sese. Sen Ey Zeynep, yezidin elinden kurumakta olan İslâm ağacını alıp, yeşertip yarınlara, bizlere sundun. Sizlerin zamanında nasıl bunca şehit verilmişse, bizler de Kerbela şehitlerinden sonra bu uğurda sayısızca şehitler verdik. Fakat yezitler yeniden çoğaldı ya Zeynep. Zalimler, üzerimize doğan İslâm güneşinin önüne geçmekteler. İnsanları, doğru yol olan, hak yol olan İslâm yolundan ayırıp, karanlığa yanlış yola saptırtmaktadırlar. Dünyanın herhangi bir yerinde birileri, hala İslâm için savaşmakta ve şehit olmaktadır. Anneler ve babalar hala şehit vermektedirler. Zalimler, senin bıraktığın İslâm yoluna, dikenler döküp Müslümanlara acı çektirmektedirler. Bazı Zeynepler var ki hala acı çekmekteler. Nasıl ki sizlerin o mukaddes örtülerinizi hedef alıp, yakıp, yıkmış iseler yezitler, şimdi ise senin yolunda gitmek isteyen birçok Zeynep'in örtüsü hedef alınıyor. Filistin, lubnan, irak, bosna hersekte de kanli kerbela olayindan farkli birsey degil. Ey Zeynep, ey Islam'i ayakta tutan, bilki heryerde İslâm'ın gerektirdiği şekilde örtünmek, davranmak hor görülüyor, yasaklanıyor. Ama Ey Zeynep, senin yolundayiz. Senin yanindayiz. O gun yaninda degildik ama simdi bir don, bir don yarali Zeynep. Etrafta ki boynu bukuk, basi karali Zeyneblere bak. Bir don, Huseyn asklarina bak. Huseyn yolunda gidenlere bak! LEBBEYKE YA HUSEYN! LEBBEYKE YA HUSEYN! LEBBEYKE YA HUSEYN! Gerçek Müslümanlar, Allah'ın dini olan İslâm, yarınlara doğru ve eksiksiz bir şekilde ulaşsın diye İslâm bayrağını hiçbir zaman sönmemekçesine eziyetler çekerek dalgalandırıyorlar. Yeryüzünde Müslüman tek bir kişi kalsa dahi kıyamete dek dalgalanmaya da devam edecek. Buyrulduğu gibi "Bu din kıyamete kadar baki kalacaktır ve hiç şüphesiz Kuryeş'ten 12 Halife hüküm sürecektir." (Sahihi Müslim c.6 s.4). Bırakmış olduğun İslâm yolunda, Abbas bayrağını alıp, şahlanmış at misali ilerleyen milyonlarca Zeynepler var şimdi. Yalnızca Zeynepler değil Mehdiler de var. Mehdi (a.S)'ın yolunu gözleyenler ve Mehdi (a.S.) askeri olmaya can atanlar da var. Muhtar, Hz. Hüseyin (a.s.)'ın intikamını nasıl aldıysa, hiç şüphe yok ki Mehdi (a.s.) da bir gün gelecek, zalimlerden intikamımızı alacaktır. İslâm güneşi tüm Müslümanların üzerine yeniden doğacaktır. Allah Onun zuhurunu acil etsin. Âmin. Allah'ın sonsuz rahmet ve selamı, sen yüce kadına olsun ya Zeynep. Allah’ın sonsuz rahmet ve selamı KERBELA SEHTLERI''NIN VE SIZ DEGERLI EHLBEYT SEVDALILARININ UZERINE OLSUN INSALLAH ...... LEBEYKE YA HUSEYIN. LEBEYKE YA HUSEYIN. LEBEYKE YA HUSEYIN.... 12 imam Şimdiye kadar olan bahsimizde hem akli hem de nakli delillerin yeryüzünün ilahi önderden boş kalamayacağını iktiza ettiğini ve Kur'an-ı Kerim ayetleriyle, Hz. Resulullah (s.a.a)'tan gelen mütevatir hadislerin genel olarak Ehl-i Beyt'in önderliğini, özel olarak da Hz. Ali (a.s)'ın imamet ve velayetini ispat ettiğini gördük. Fakat hem Ehl-i Beyt, hem de Ehl-i Sünnet kaynaklarına baktığımızda, Hz. Resulullah (s.a.a)'in sadece bununla iktifa etmediğini ve kendinden sonra kıyamet gününe kadar olacak ilahi önderlerin sayısını,hatta isimlerini bile beyan buyurduğunu görmekteyiz. Buna dair hadisler Ehl-i Beyt kaynaklarında fazlasıyla geldiği gibi, Ehl-i Sünnet kaynaklarında da yeterli bir şekilde yer almıştır. Biz bu hadislerden bazılarına burada işaret etmeyi uygun görüyoruz. Ancak, "bunlar sizin uydurma hadislerinizdir" şeklinde bir itirazla karşılaşmamak için, bu hadisleri de öncekilerde olduğu gibi, Ehl-i Sünnet kaynaklarından nakledeceğiz. Cabir bin Semure diyor: "peygamberden işittim şöyle buyurdular: "İslam, on iki halifenin varlığıyla daima aziz kalacaktır. Sonra bir şey buyurdular, anlayamadığımdan babamdan sordum, babam: "Resulullah, imamların hepsinin Kureyş'ten olacağını beyan ettiler" [1] dedi." Cabir bin Semure'nin bu hadisi çeşitli şekilde ve çeşitli tabirlerle nakledilmiştir. İsteyenler hadis kitaplarına müracaat ederek onun çeşitli tabirlerini görebilirler. Biz hadisin dipnotunda ilgili adreslerden bazılarına işaret etmişiz. Abdullah bin Mesud şöyle diyor: İslam Peygamberi'nden kendisinden sonraki halifeleri hakkında sorulduğunda şöyle buyurdular: "Benim halifelerim on iki kişidirler, aynen Beni İsrail'in reisleri gibi ki, onlar da on iki kişi idiler." [2] Yine Hz. Resulullah şöyle buyurmuştur: "Bu ümmetin Kureyş'ten olan on iki önderi vardır. Yalnız bırakıp, yardım etmemek onlara zarar vermez." [3] Enes Hz. Resulullah (s.a.a)'dan şöyle rivayet ediyor: "Kureyş'ten olan on iki kişinin bu ümmete velayeti devam ettiği sürece, İslam dini sabit kalır. Bunlardan sonra dünya ve insanların hali perişan ve altüst olur." [4] Yukarıdaki hadis farklı bir senetle şöyle nakledilmiştir: "Kureyş'ten olan on iki halifenin velayeti olduğu sürece bu ümmetin durumu aydınlık olur, şan ve şöhreti de dünyaya yayılır." [5] Ehl-i Sünnet ulemasından Süleyman bin İbrahim Hanefi, "Yenabi-ül Meveddet" kitabında şöyle naklediyor:Nasel isminde bir Yahudi Peygamber (s.a.a)'in huzuruna geldi ve bazı bilgiler aldıktan sonra, Hazret'ten kendisinden sonraki halifeler hakkında sordu. Hazret cevaben şöyle buyurdu: "Benim vasi ve halifem Ali bin Ebu Talib ve ondan sonra iki oğlum Hasan ve Hüseyin'dir. Hüseyin'den sonra, dokuz imam onun neslinden gelecektir." Yahudi onların isimlerinin açıklanmasını isteyince, Hazret on iki imamın isimlerini teker-teker beyan buyurdu." [6] İşaret ettiğimiz bu hadisler, bu anlamı ifade eden hadislerden sadece birkaç örnekti. İlgili hadis, tarih ve tefsir kitaplarına müracaat edildiği taktirde, bu kabil hadislerin çok fazla olduğu ve hatta mana açısından mütevatir olduğu görülecektir. Öyle ki, Ehl-i Sünnet ulemasından hiçbir kimse onları inkar etme yoluna gitmeyip, ileride göreceğimiz üzere, bir takım zorlamayla da olsa, onları kendi inançları doğrultusunda tevcih etmeye çalışmışlardır. Söz konusu hadislerden şu sonuçlar elde ediliyor: a) Peygamberimizden sonraki emir sahipleri ve halifeler bizzat Peygamber'in diliyle ümmete açıklanmıştır. b) Hazret, onların hepsinin Kureyş'ten olacağını ve sayılarının on iki olduğunu da bildirmiştir. c) İslam dininin bekası bu ilahi önderlerin bekasıyla sınırlıdır. Onların dünyadan göçmelerinden sonra insanlar başsız kalıp kargaşa ve bozgunluğa uğrayacak ve nihayet kıyamet kopacaktır. Nitekim, Ehl-i Beyt ve Ehl-i Sünnet kaynaklarında yer alan Hz. Resulullah'ın: "Zamanının imamını tanımadan ölen bir kimse cahiliye ölümüyle dünyadan gitmiş sayılır"[7] mealindeki hadisi şerifi de her asırda masum imamın varlığını, onu tanımanın ve velayetini kabul etmenin gerekliliğini açıkça ortaya koymaktadır. Zira sıradan bir önderi tanımamanın insanın imanına bir halel getirmeyeceği açıktır. Görüldüğü üzere, Hazret kendinden sonra on iki halife veya bazı rivayetlerde geldiği üzere, on iki amir olacağını ve onların tamamının Kureyş'ten olup İslam dininin onların varlığıyla izzet bulacağını belirtmiştir. Ehl-i Sünnet uleması, Hz. Resulullah (s.a.a)'in bu buyruklarında geçen on iki halifeyi tevcih etmekte gerçekten bir hayret ve şaşkınlık içindeler. Bir taraftan onları kendi mekteplerinin onayladığı şekilde kendi liderlerine tatbik etmeye çalışıyorlar. Diğer taraftan da bunun, ne halife diye kabul ettiklerinin sayısı bakımından, ne de bu liderlerin bir çoğunun sahip oldukları vasıflar açısından mümkün olmadığını görüyorlar. Faraza Hülefai Raşidinin tartışmasız olarak Peygamber-i Ekrem'in hadisinde geçen on iki halifeden dördü olduğu kabul edilse bile, peki Hz. Ali ile savaşarak haksız yere onca Müslüman kanı akmasına vesile olan Muaviye, nasıl Peygamber-i Ekrem'in ümmeti müjdelercesine beyan buyurduğu ve İslam'ın izzet vesilesi olacağını bildirdiği on iki halife safına katılabilir? Oysa, kendi kitaplarında Hz. Resulullah (s.a.a)'in; "Eğer Muaviye'yi benim minberime çıktığını görürseniz, karnını yırtın veya onu katledin" [8] buyurduğunu da naklediyorlar. Hiç Hz. Resulullah (s.a.a), iftiharla sunduğu kendi halifesinin karnını yırtmasını ümmetine emreder mi? Bundan da geçilse, açıkça bütün İslami değerleri ayak altına alan, açıktan şarap içen, köpek oynatan, zina yapan ve daha kötüsü Peygamber-i Ekrem'in namaz esnasında secdede iken boynuna çıktığında incinmesin diye kendiliğinden boynundan ininceye kadar secdeyi uzatacak kadar itina gösterdiği, ağladığını gördüğünde sözünü keserek minberden inip, bağrına basarak minbere götürüp konuşmasına devam ettiği, devamlı olarak bağrına basıp boğazından dudaklarından ve sinesinden öptüğü ve cennet gençlerinin efendisi olarak tanıttığı biricik torunu İmam Hüseyin ve yaranını tarihe yüz karası olacak nitelikte Kerbela denen yerde susuz olarak fecicesine şehid ettiği ve Peygamber'in Ehl-i Beyt'ini esir edip zillet içerisinde şehir-şehir köy-köy dolaştırıp, bu yaptığından dolayı iftihar edip: "Haşimoğulları padişahlıkla oynadılar, yoksa ne bir haber gelmiştir, ne de bir vahiy inmiştir, keşke bedirde öldürülen dedelerim olsaydı da, nasıl onların kanını Muhammed'den aldığımı görseydiler" [9] diyerek açıkça kafirliğini ortaya koyma cüretini gösteren, üç gün boyunca Medine'de Peygamber'in ashabının ve tabiinin can, mal ve namusunu kendi askerlerine helal eden ve Allah'ın evi Kabe'yi taşa tutan ve daha nice cinayetler işleyen [10] Yezit gibi melun birini nasıl bu on iki halifeden sayacaklar?! Yahut Kur'an-ı Kerim'in onun durumunu nasıl gösterdiğini bilmek amacıyla bir gün Kur'an'ı açtığında, karşısına Allah Teala'nın "Peygamberler yardım istediler ve her inatçı zorba hüsrana uğradı. Ardında cehennem vardır; orada kendisine irinli su içirilecektir" [11] ayeti çıktığını görünce, Kur'an-ı Kerim'i okuna hedef kılıp: "Beni inatçı zorbalıkla mı tehdit ediyorsun? İşte ben inatçı zorbayım. Kıyamet günü Rabbine gittiğinde; de ki: "Ey Rabbim! Velid beni parçaladı" diyerek Kur'an-ı Kerim'i ok yağmuruna tutan ve Yezit gibi: "Haşimi Muhammed hilafetle oynadı. Yoksa ona ne bir vahiy gelmişti ne de bir kitap. Allah'a de ki, benim yemeğimi engellesin. Allah'a de ki, benim şarabımı engellesin" diyerek, açıkça inancı olmadığını gözler önüne seren [12] Emevi halifelerinden Velid bin Yezit bin Abdulmelik'i nasıl Peygamber-i Ekrem'in kendi halifeleri olarak niteleyip İslam'ın izzet kaynağı olacaklarını belirttiği on iki halife safına katacaklar?! Bunlar İslam'ın izzeti değil, İslam'ın yüzkarası olmuşlardır. Hiç, Allah'ın o en kutsal nuru Hz. Resulullah, bu gibi pislik insanları kendine atfederek iftiharla İslam'ın izzet vesilesi olarak tanıtır mı? Bu gibi pislikler sadece bunlarla sınırlı değildir. Emevi ve Abbasi halifelerinin bir çoğu bu kabildendir. Evet gerçekten Ehl-i Sünnet, Hz. Resulullah (s.a.a)'in bu buyruğunu kendi inançlarına uygun olarak tevcih etmek açısından büyük bir şaşkınlık içindedirler. Biri, bir takım zorlamalarla on iki halifeyi düzeltiyor, diğeri gelip onu yalanlıyor. Ehl-i Sünnet alimlerinin önde gelenlerinden olan İbn-i Arabi Sahih-i Tirmizi'nin şerhinde şöyle yazıyor: "Biz Resulullah (s.a.a)'tan sonra hilafeti üstlenen kimselerden aşağıda isimleri zikredilen on iki kişiyi saymaktayız: Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, Hasan, Muaviye, Yezit, Muaviye bin Yezit, Mervan, Abdulmelik, bin Mervan, Velid, Süleyman, Ömer bin Abdulaziz, Yezit bin Abdulmelik, Mervan bin Muhammed, Saffah..." Böylece İbn-i Arabi kendi zamanına kadar gelen yirmi yedi Abbasi halifesini de saydıktan sonra şöyle der: "Eğer bunlardan birbiri ardına gelen on ikisini Resulullah (s.a.a)'in belirttiği halifeler olarak kabul edersek, sonuncusu Emevi halifelerinden Süleyman olur. Ama onların içinden sadece beş kişi Resulullah (s.a.a)'in gerçek hilafetinin ölçülerini taşımıştır. Onlar da ilk dört halife ve Ömer bin Abdulaziz'dir." Sonra İbn-i Arabi şöyle devam ediyor: "Doğrusu ben bu hadislerin anlamını çıkaramadım." [13] Ehl-i Sünnet ulemasının önde gelenlerinden olan Suyuti ise, Hz. Resulullah (s.a.a)'in bu hadislerini şöyle tevcih ediyor: "Resulullah (s.a.a)'in on iki halifesinden şimdiye kadar şu sekizi gelmiştir: "Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, Hasan, Muaviye, Abdullah bin Zübeyr ve Ömer bin Abdulaziz. Bunlara Abbasi halifelerinden Mehdi'yi de ekleyebiliriz. Zira o da Emevi halifelerinden Ömer bin Abdulaziz gibi adil idi. Onuncusu olarak da adaletiyle tanınan Tahir-i Abbasi'yi sayabiliriz. Geriye kalan ve gelmesi beklenen son ikisi ise, Ehl-i Beyt'ten olan Mehdi'dir." [14] Ehl-i Sünnet ulemasından "Feth-ül Bari" kitabının yazarı ise şöyle yazıyor: "On iki halifeden ilk dört halife hilafete ulaşmıştır. Diğerleriyse kıyamet kopmadan önce bu makama ulaşacaktır." [15] Böylece Ehl-i Sünnet uleması Hz. Resulullah (s.a.a)'in bu buyruğunu yorumlamak hususunda her biri ayrı bir yol tutmuş ve tam bir çıkmaza girmişlerdir. Ancak onların içinde hakkı anlayanlar da vardır. Ehl-i Sünnet'in meşhur alimlerinden Süleyman bin İbrahim Kunduzi "Yenabi-ül Meveddet" adlı kitabında şöyle yazıyor: "Tahkik ehli olanların görüşü şudur: "Peygamberimizden sonraki halifelerin on iki kişi olduğunu içeren hadisler meşhurdur ve bir çok kaynaklarda nakledilmiştir. Zamanın geçmesi ve kevn-i mekanın tanıtımıyla Hz. Resulullah (s.a.a)'in hadisinde geçen on iki halife ve imamdan maksadın Ehl-i Beyt İmamları olduğu açıklık kazanmıştır. Çünkü bu hususta gelen hadisler Hülefa-i Raşidin'e sayıları dört olduğu için; Emevi ve Abbasi halifelerine de, sayıları on ikiden fazla olması ve Ömer bin Abdulaziz müstesna, hepsinin zalim olduklarından tatbik etmemektedir. Dolayısıyla bu hadisler ancak ve ancak Ehl-i Beyt İmamlarına tatbik etmektedir. Çünkü onlar ilim, takva, hasep ve nesep bakımından herkesten üstün olup, ilimleri babaları aracılığıyla ilm-i ledünni sahibi olan büyük babaları Hz. Resulullah'a varmaktadır. İlim ve tahkik, keşif ve tevfik ehli onları böyle tanımıştır." [16] Görüldüğü üzere, Hz. Resulullah (s.a.a)'in bu hadisleri iyice değerlendirildiği taktirde, biz Ehl-i Beyt dostlarının inandığı on iki imamdan başka hiç kimseye tatbik etmemektedir. Nitekim, Hz. Ali (a.s) Hz. Resulullah (s.a.a)'in on iki halifesinin Kureyş soyundan olacağı buyruğuna açıklık getirerek, Hz. Resulullah'ın maksadının Kureyş'in Haşimi boyu olduğunu şöyle açıklamıştır: "İmamların Kureyş'ten olacaklarından maksat, Kureyş'in Haşimoğulları boyundan olmalarıdır. Çünkü diğer boyların imam olmaya liyakatleri yoktur." [17] Ayrıca Ehl-i Beyt İmamları'nın; siyasi, ibadi, ahlaki ve ilmi yaşantıları, sahip oldukları fiziksel ve manevi kemal ve üstünlükleri, gösterdikleri mucize ve kerametler onların hak imamlar olduklarını, diğerlerinin ise hak üzere olmadıklarını kanıtlayan ayrı bir delildir. Ehl-i Beyt İmamları, yaşadıkları asırlarda ömürlerinin zindanlarda geçmesi veya şehadeti istikbal etme pahasına bile olsa, zalimler karşısında İslam dinini korumuşlardır. İlmi konularda her dalda sorulan sorulara cevap verip bilginleri kendi ilmi üstünlüklerine hayran bırakmışlardır. Hanefi mezhebinin kurucusu Ebu Hanife'nin: "İmam Cafer Sadık (a.s)'dan iki yıllık ilmi istifadem olmasaydı, helak olurdum" şeklindeki meşhur sözü bunun en güzel kanıtlarından biridir. O, bu sözüyle, İmam Cafer Sadık (a.s)'ın öğrencisi olduğunu ve sahip olduğu kemal sayılan özellikleri o Hazret'ten kesbettiğini itiraf etmekle birlikte, kimlerin gerçek kemal sahibi olduğunu en güzel şekilde ortaya koymuştur. Allah bizleri insanlar için feyz, bereket ve nimet vasıtası olan Ehl-i Beyt İmamları'nın yüce şan ve makamlarını tanıyıp buyruklarına amel etmede muvaffak eylesin. Allah'ın salat ve selamı Hz. Muhammed ve Ehl-i Beyti'ne olsun. EHLİ SÜNNET VE ŞİA KAYNAKLI EHL-İ BEYT İLE İLGİLİ UZUN BİR HADİS Ehli Beyti seven bir hadis alimi, Abbasi halifesi Mansur’un zamanında yaşamıştı. Onun adı Süleyman idi, fakat A’meş diye meşhurdu. Abbasi halifesi, Süleyman’ın Ehli Beyt hakkında hadis naklettiğini biliyordu, bir gün gece vaktinde halife adamını gönderip Süleyman’ı huzuruna çağırtır. Elçi Süleyman’ın kapısına gelir ve halifenin onu huzuruna çağırdığını bildirir. Süleyman kendi kendine dedi ki: “Hayırdır, bu vakitte beni niye çağırıyor acaba. Muhakkak Ali bin Ebi Talib Aleyhisselam’ın faziletleri hakkında benden hadisler soracak, onlardan haberdar edersem de beni öldürecektir.” (Buradan itibaren Süleyman’ın dilinden haberi anlatıyorum) Süleyman şöyle anlatmaya devam etti: Sonra temizlendim, kefenimi giydim, gereken kokuyu süründüm ve vasiyetimi yazdım. Bunun üzerine halifenin huzuruna varmak için yola çıktım. Huzuruna vardığımda halifenin yanında Amru bin Ubeyd’i gördüm, bunun üzerine Allaha şükredip Amru’nun orada bulunmasını bana bir yardım olarak gördüm. Halife bana dedi ki: “Ey Süleyman, bana yaklaş.” Ben de halifenin yanına yaklaştığımda, Amru’ya, beni ne için çağırttığını sormak istediğimde, üzerime sürmüş olduğum kafur kokusu odaya yayıldı. Bunun üzerine halife bana dedi ki: “Ey Süleyman, senden çıkan bu kokunun ne olduğunu bana doğru olarak anlatmazsan seni muhakkak öldürürüm.” Ben dedim ki: “Ey halife hazretleri, elçini gecenin ortasında yanıma yolladığında, ben kendi kendime dedim ki : Muhakkak halife hazretleri, Ali’nin faziletleri hakkında bana hadis sormak için beni istiyor, doğruyu anlatsam halife beni öldürecek diye düşündüğüm için vasiyetimi yazdım, kefenimi giydim ve üzerime güzel kokular sürünüp, huzurunuza geldim.” Ben bunu anlatınca halife oturdu ve dedi ki: Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhil Aliyyül Azîm (Güç ve kuvvet ancak Yüce ve Büyük olan Allah’tan gelir). Sonra bana dedi ki: “Ey Süleyman, benim adımın ne olduğunu biliyor musun?” Ben dedim ki: “Ey Halife hazretleri, evet biliyorum.” Halife bir daha sordu: “Benim adım, nesebim nedir?” Ben dedim ki: “Adın, nesebin, Uzun Abdullah, Muhammed’in oğlu, Ali’nin oğlu, Abdullah’ın oğlu, Abbas’ın oğlu, Abdülmüttalib’in oğlu.” Bunun üzerine halife bana dedi ki: “Evet, doğruyu söyledin, Allah ve Resulullah (saa)’a yakınlığımın hakkı için, bütün alimlerden şimdiye kadar Ali hakkında kaç fazilet naklettiysen bana bildir.” Ben dedim ki: “On bin hadis Ali’nin fazileti hakkında şimdiye kadar nakletmişim.” Halife dedi ki: “Ey Süleyman Ali Aleyhisselam hakkında sana iki hadis anlatsam, senin şimdiye kadar tüm alimlerden naklettiğin hadisleri eritirdi. Eğer sana anlatacağım hadisleri Alevilere (Ehl-i Beyt yandaşlarına) anlatmayacağına dair yemin edersen sana anlatacağım.” Ben dedim ki: “Yemin etmem, ama bu hadisleri onlardan hiç kimseye anlatmayacağım.” Bunun üzerine halife bana anlatacağı iki hadisi ne zaman ve nerede benden önce anlattığını kendi hayatıyla bana anlatmaya başladı ve dedi ki: Ben zamanında (Abbasilerden önce) Ben-i Mervan hakimiyetinden kaçıyordum, böylece şehir şehir gezip, Ali (as)’ye olan sevgimden dolayı oradaki insanlardan yardım görüyordum. Halk, benim Ali (as)’ye olan sevgimden ve onlara anlattığım faziletlerinden dolayı bana yatacak bir yer, yiyecek ve bana ikramda bulunup beni her zaman uğurlamaktaydılar. Böylece hep dolaşıp Şam şehrine varmıştım. Şam ehli her sabahladıklarında Ali Aleyhisselam’ı mescitlerinde lanet ederlerdi. Zira Şam halkı, Harici ve Muaviye’nin adamlarından oluşmaktaydı.(1) Ben yanından geçtiğim bir mescide girdim, içimde onların hakkında ne bulunuyorsa vardı. Öğlen namazını kıldım, imam selamladıktan sonra namazını bitirip duvara yaslandı. Mescidin içinde bulunan halk namazlarını bitirdikten sonra hepsi ses çıkarmadan, imama ihtiramen yerine oturdular. Biz bu haldeyken mescidin içine iki oğlan geçerler, bunları gören imam dedi ki: “Selam sizlere ve adlarınız onların adlarından olanlara de selam olsun. Allaha yemin olsun ki, sizlerin adlarını Hasan ve Hüseyin verdim ki, Muhammed ve Âli Muhammed (Ehl-i Beyt)’e olan sevgimdendir.” Ben bu haberden çok sevinçli olarak ayağa kalkıp, o zamanlarda gençliğimde hiç kimseden korkum olmadığından, şeyhin (imamın) yanına yaklaştım ve ona dedim ki: “İster misin, sana bir hadis anlatıp gözlerini sevindireyim?” Şeyh bana dedi ki: “Eğer gözümü sevindirirsen, ben de senin gözünü sevindiririm.” Ben şöyle hadise başladım: “Babam, dedemden, o da babasından, o da Resulullah (saa)’tan...” Ben buraya varınca şeyh bana dedi ki: “Senin baban ve deden kimlerdir? “ Bunun üzerine benden hadis ravilerinin kim olduklarını öğrenmek istediğini anladım ve ona kendimi tanıttım : “Ben Muhammed’in oğlu Abdullah’ın oğlu Abbas.” Sonra hadise başladım: Abbas, Resulullah sallallahu aleyhi ve âlihi ve sellem ile beraber idi. O anda Fatıma Resulullah (saa)’ın yanına geldi ve ağlıyordu. Bunu gören Resulullah (saa) ona: “Seni ağlatan nedi ey Fatıma?” Diye sordu. Fatıma dedi ki: “Ey baba, Hasan ve Hüseyin evden erken çıkıp gün geçtiği halde hâlen eve dönmediler. Ali (as) ise beş gündür bahçeyi sulamak ile meşguldür, ben de onları senin menzilinde aradım fakat hiçbir eserini bulamadım.” O anda Ebu Bekir, Resulullah (saa)’ın sağında oturuyordu. Resulullah (saa) ona şöyle buyurdu: “Ey Ebu Bekir, kalk, bana gözlerimin nurlarını bul.” Sonra yanındakilere şöyle buyurdu: “Ey Ömer, ey Selman, ey Ebu Zer, ey falan, ey filan hemen onları bulun...” Böylece o zaman ashabtan tam yetmiş kişi Resulullah (saa)’ın yanına gelip onları bulamadan geri döndüler. Bu durumdan çok üzülen Resulullah (saa) mescidin kapısında durup şöyle buyurdu: “Ya Rabbi, Halil’in İbrahim ve Safiyyin Adem’in hakkı için, gözlerimin nuru ve bilgimin semeresi olan Hasan ve Hüseyin’i nerede olurlarsa onları koru ve sağ salim geri gönder.” Hemen o anda Cebrail inip şöyle buyurdu: “Ey Resulullah, Allah sana selam okur ve sana buyurur ki: Endişe edip üzülme, iki oğlan dünya ve ahirette faziletlidirler ve kendileri (ruhları) cennettedirler. Onların üzerine, ayakta ve yatakta olsalar bir melek görevlendirmişim, onları korur.” Bunun üzerine Resulullah (saa) çok sevinip, Cebrail sağında ve müslümanlar etrafında olmak üzere Hasan ve Hüseyin’in bulunduğu yere vardılar. Resulullah (saa) onları korumakla görevlendirilmiş meleğe selam verdi ve dizleri üstüne çöktü ve baktı ki, Hasan ve Hüseyin’i boynundan sarmış ve ikisi uyumaktadırlar. Onları koruyan melek ise bir kanadını altlarına germiş ve kanadını ise üstlerine germiş, ikisinin üstüne de yünden bir aba serilmişti. Peygamber onlara dokunmak istediğinde ikisi uykularından uyandılar, bunun üzerine Resulullah (saa) Hasan’ı ve Cebrail de Hüseyin’i taşıdı. Resulullah (saa), sağında olan Hasan’ı ve solunda olan Hüseyin’i öpüp onlara şöyle buyurdu: “Her kim sizleri severse Resulullah’ı sevmiştir ve her kim sizleri buğz ederse Resulullah’ı buğz etmiştir.” Ebu Bekir dedi ki: “Ey Resulullah, birini bana ver ki, birini ben taşıyayım.” Resulullah (saa) buyurdu ki: “En güzel binici onlar ve en güzel taşıyanlar bunları taşıyanlardır.” Sonra Ömer de Ebu Bekir’in söylediğini söyleyince Resulullah (saa) da ona aynı cevabı verir, sonra mescide varırlar. Resulullah (saa) şöyle buyurdu: “Allah, bu gün oğullarımı şereflendirdiği gibi ben de onları şereflendirmek istiyorum. Ey Bilal, halkı yanıma çağır.” Bilal halkı çağırıp, hepsi toplandığında Resulullah (saa) onlara şöyle buyurdu: “Peygamberinizden şimdi söyleyeceklerimi aklınızda tutup sonra Resulullah şöyle buyurdu, deyin. Ey insanlar, bu gün en hayırlı dede ve nineye sahip olanları size tanıtayım mı?” Toplanan halk: “Evet, ey Resulullah” dediler. Resulullah (saa) buyurdu ki: “Onlar Hasan ve Hüseyin’dir. Dedeleri Resulullah Muhammed, nineleri de Cennet kadınlarının efendisi Hadice bin Huveylid’dir. Ey insanlar, sizlere en hayırlı baba ve anneye sahip olanları göstereyim mi?” Halk: “Evet ey Resulullah” dedi. Resulullah (saa): “Onlar Hasan ve Hüseyin’dir. Babaları Ali bin Ebi Talib (as) kendilerinden daha hayırlı, Allah’ı ve Peygamberini seven ve Allah’ın peygamberinin de onu sevdiği gençtir. Kendisi de İslam’a yararı ve menakıbı olan zattır. Anneleri ise, Resulullah’ın kızı ve Cennet kadınlarının efendisidir. Ey insanlar, sizlere en hayırlı amca ve halaya sahip olanları göstereyim mi?” Halk: “Evet, ey Resulullah” dedi. Resulullah (saa) buyurdu ki: “Onlar Hasan ve Hüseyin’dir. Amcaları Cafer’dir ki, iki kanadıyla Cennet’te meleklerle uçar, halaları ise Ebi Talib’in kızı Ümm Hani’dir. Ey insanlar, sizlere en hayırlı dayı ve teyzeye sahip olanları göstereyim mi?” Halk: “Evet ey Resulullah” dedi. Resulullah (saa) buyurdu ki: “Onlar Hasan ve Hüseyin’dir. Dayıları Resulullah’ın oğlu Kasım’dır, teyzeleri ise Resulullah’ın kızı Zeynep’tir. Ey insanlar, sizlere bildireyim ki, Hasan ve Hüseyin’in dedesi, ninesi, babaları, anneleri, amcaları, halaları, dayıları, teyzeleri, kendileri ve Ali oğullarını sevenler de bizimle beraber Cennet’tedir. Her kim onları buğz ederse ateşin (Cehennemin) içinde olacaktır. Allah’ın katında onların kerametleri olduğundandır ki, Allah onların adlarını Şeber ve Şübeyr olarak verdi.” Şam’daki mescidin imamı bu hadisi benden duyunca bana dedi ki: “Sen bu hadisi Ali (as) hakkında muktedir olduğun halde, durumun (giysilerin) hiç de iyi değil.” Bunun üzerine bana iyi elbise verip, beni bir katırın üstüne bindirdi ki, sonra o katırı yüz dinara satmıştım ve bana dedi ki: “Seni iki kardeşin yanına göndereceğim ki, ikisi bu şehirdedirler. Sana hayırları dokunur. Bu iki kardeşten biri toplumunun imamı idi, her sabahladığı gün Ali (as)’yi bin kere lanet ederdi ve her Cuma günü ise Ali (as)’yi dört bin kere lanet ederdi. Fakat bu gün, o adam Ali’yi sever, çünkü Allah, onun nefsindekini değiştirdi ve soranlar için onu bir işaret kıldı. Onun kardeşi ise anasından doğar doğmaz Ali’yi severdir, hadi sen onların yanına var.” Ey Süleyman, Allaha yemin olsun ki, şeyhin bana vermiş olduğu katıra bindim ve o gün çok acıkmıştım. Şeyh, mescitteki toplum ile beraber o iki kardeşin kapısına kadar benimle beraber geldiler. Şeyh bana dedi ki: “Çekinmeden içeri geç.” Ben kapıyı vurunca etrafımda olanların hepsi kaçtılar. Kapıyı esmer biri açtı, beni ve katırı görünce dedi ki: “Selamün aleyküm, Allaha yemin olsun ki, falan şeyhin sana katırını vermesi, senin Allah’ı ve Resulunü sevdiğini göstermekten başka bir şey değildir. Eğer beni sevindirirsen, ben de seni sevindiririm.” Ey Süleyman, Allah’a yemin olsun ki, şimdi duyacağın hadisi aynen o esmer adamla konuştum, dedim ki : Babam dedemden o da babasından, dedi ki: Resulullah (saa) ile evinde beraber otururken Fatıma (sa) Hüseyin’i taşıyıp, ağladığı halde yanımıza geldi. Resulullah (saa) onu karşılayıp, Hüseyin’i aldı ve ona buyurdu ki: “Seni ağlatan nedir, ey Fatıma?” Fatıma dedi ki: “Ey baba, Kureyş’in kadınları benim elimde olan mala bakıp dediler ki: Baban seni hiçbir şeye sahip olmayan biriyle evlendirdi.” Bunun üzerine Resulullah (saa) şöyle buyurdu: “Dur, acele etme. Senden mi bunları duyacaktım? Ben seni evlendirmeden önce Allah seni, Arşın üstünde evlendirdi ve buna Cebrail, Mikail ve İsrafil şahid oldular. Şanı yüce olan Allah dünya ehline baktı ve aralarından babanı seçip onu peygamber gönderdi. Sonra bir daha dünya ehline baktığında kocanı seçip, seni onunla evlendirmemi bana vahyetti ve onu kendime vasi ve vezir edinmemi emretti. Ali insanlar içinde en şeci kalbe sahip olan, en fazla bilgiye sahip olan, en fazla hilme sahip olan, en önce İslam olan, en adaletli paylaştıran ve en güzel yaratılışa sahiptir. Ey Fatıma, ben Hamd bayrağını ve Cennet’in anahtarlarını elime alıp, onları Ali’ye vereceğim. Böylece Adem ve tüm evladı onun bayrağı altında toplanacaklarlardır. Ey Fatıma, o gün ben, Ali’yi havuzumun başına sahip kılıp, ümmetimden tanınanları havuzumdan içmelerine izin verecektir. Ey Fatıma, oğulların Hasan ve Hüseyn Cennet gençlerinin seyyidleridir, onların adları önceden Tevrat’ta da mevcut idi. Onların adları Cennet’te Şeber ve Şübeyr idi, fakat Muhammed’in Allah katındaki kerametinden ve onların da Allah katındaki kerametlerinden dolayıdır ki, Allah onların adlarını Hasan ve Hüseyin olarak verdi. Ey Fatıma, senin baban iki tane Cennet elbisesi giyecek, Ali de iki Cennet elbisesi giyecek, o anda Hamd bayrağı elimde olacak, ümmetim bayrağımın altında olacak, o zaman bayrağı Allah’ın katında kerametinden dolayı Ali’ye vereceğim. Bunun üzerine bir nida gelecek ki: Ey Muhammed, en güzel dede senin deden İbrahim ve en güzel kardeş de senin kardeşin Ali’dir. Sonra Allah beni çağırdığında Ali’yi de çağıracaktır. Ben diz üzerine oturduğumda o da oturacak, ben şefaat kıldığımda kendisi de şefaat kılacaktır, ben icabet ettiğimde Ali de benimle icabet edecektir. Kendisi o makamrda, elimde Cennet’in anahtarları olduğunda benim yardımcım olacaktır. Ey Fatıma, hadi artık kalk ve bil ki, o gün Ali ve şiası (yandaşları) kurtulanlardır.(2) Esmer adam bu hadisi benden duyduğunda, bana on bin derahim (para) verilmesini emretti ve bana otuz tane elbise verdi ve dedi ki: “Sen, nereden geliyorsun?” Ben dedim ki: “Ben Kufe’den geliyorum.” Adam dedi ki: “Sen Arap mısın yoksa köle misin?” Ben dedim ki: “Hayır, ben Arabım.” Esmer adam bana dedi ki: “Sen gözlerimi nasıl sevindirdiysen ben de senin gözlerini sevindirmek istiyorum. Yarın falan yerin mescidine yanıma gel, fakat yolunu şaşırmadan gel.” Ben de esmer adamın evinden çıkıp beni mescidinde bekleyen şeyhin yanına geri döndüm. Şeyh benim geri geldiğimi gördüğünde beni karşıladı ve dedi ki: “Falanın babası (esmer adam) seninle ne yaptı?” Ben de ona olanları anlattım. Bunun üzerine şeyh dedi ki: “Allah ona bundan dolayı hayırlar ihsan etsin ve Allah bizleri, hepimizi Cennet’te buluştursun.” Ey Süleyman, ben de sabahladığımda katıra binip esmer adamın tarif ettiği mescidin yolunu tuttum. O kadar yol gitmiştim ki, yolu şaşırdığımı zannedip korkmuştum, o anda ezan sesi duydum. Hemen mescidin olduğu yere vardım ve kendi kendime dedim ki: “Allah’a yemin olsun ki, bu toplum ile namaz kılacağım.” Katırın üstünden inip mescide girdim, mescidin içinde beni vaat eden esmer adamın şeklinde olan bir kişinin sağında durdum. Rükü’ya varıp secde ettiğimiz zaman yanımda duran adamın yüzünü örten baş sarığı aralanıp, yüzünün domuz yüzü, ellerinin ve ayaklarının da domuz el ve ayakları olduğunu gördüm. Bu adamdan gördüğümü o kadar düşündüm ki, namazda ne söylediğimi, namazın nasıl bittiğini bilemedim. İmam, selam verdikten sonra sağımda duran adam yüzüme doğru bakıp dedi ki: “Sen dün kardeşimin yanında iken sana falan yere gel, dememiş miydi?” Ben dedim ki: “Evet, demişti.” Bunun üzerine adam, elimden tutup ayağa kalktık ve onu, gittiği odaya kadar takip ettim. Adam, bizim gittiğimizi seyreden mescittekilere dedi ki: “Yanımıza girmesi için hiç kimseye izin vermeyin.” Sonra arkamızdan kapıyı kapattı ve üzerindeki elbiseyi yırtıp vücudunu gösterdi. Baktım ki, vücudu da domuz vücutluydu. Ben bu durumu görünce dedim ki: “Ey kardeş, bu senden gördüğüm durum nedir?” Kendisi dedi ki: “Ben bu toplumun müezzini idim. Her gün ezan ve ikamet arasında Ali (as)’yi bin kere lanet ederdim. Cuma günü olduğu bir gün Ali (as)’yi dört bin kere lanet etmiştim ve onun evladını da (imamları) lanet etmiştim. Sonra işte şu evimde olan dükkanımın duvarına yaslanmıştım ki, uyku bastırdı ve uykumda kendimi sanki Cennet’te gördüm. Cennet’te giderken nurdan bir namazlınğın üstünde Ali, Hasan ve Hüseyin’in birbirine yaslanıp sevinçli olduklarını gördüm. Biraz ötede Resulullah (saa)’ı oturduğu yerde gördüm, Hasan ve Hüseyin’in önünde bir bardak vardı. Resulullah (saa), Hasan’a buyurdu ki: Bana içir, içtikten sonra Hüseyin’e buyurdu ki: Baban Ali’yi içir. O da içti. Sonra Hasan’a buyurdu ki: Cemaati içir, cemaat içtiler. Bunun üzerine Resulullah (saa) Hasan’a buyurdu ki: Dükkanına yaslanan bu adamı da içir. Hasan o anda yüzünü benden çevirip dedi ki: “Ey baba, buna nasıl içecek vereyim ki, kendisi her gün babamı bin kere lanet eder ve bu gün (Cuma) babamı dört bin kere lanet etti?” Resulullah (saa) bunun üzerine buyurdu ki: “Ey Allah’ın laneti üzerine olan kişi, nasıl olur da kardeşim Ali’yi lanet edip kötülersin? Allah’ın laneti senin üzerine olsun, sen mi oğullarım Hasan ve Hüseyin’i söversin?” Bunun üzerine peygamber benim üzerime tükürdü ki, tükürüğü yüzümü ve cismimin hepsini örttü. O anda uykumdan uyanıp, peygamberin üzerime tükürmüş olduğu yerleri şimdi gördüğün halde (domuz vücuduna dönüştüğünü) gördüm ve böylece soranlar için bir ayet oldum.” Ey Süleyman, Ali (as) hakkında sana anlattığım bu iki hadisten daha acayip bir şey duydun mu hiç? Ey Süleyman, Ali’yi sevmek iman ve onu buğz etmek münafıklıktır.(3) Ali’yi ancak mümin olan sever ve ona ancak kafir olan kin besler.(4) Süleyman (A’meş) dedi ki: “Ey halife, emân verirsen konuşmak istiyorum.” Halife Mansur dedi ki: “Evet, istediğini konuşabilirsin.” Süleyman dedi ki: “Bu anlattıkların adamları (Ali, Hasan ve Hüseyin’i) öldürenlerin hakkında ne dersin?” Halife Mansur dedi ki: “Hiç şüphesiz Cehennem’dedirler.” Süleyman dedi ki: “Onların evladının evladını öldürenlerin hakkında ne dersin?” Bunun üzerine halife Mansur başını yere doğru eğerek dedi ki: “Mal, ortak kabul etmeyen bir varlıktır. Fakat sen ey Süleyman, Ali’nin faziletleri hakkında istediğin kadar herkese anlatabilirsin.” Bunun üzerine Süleyman dedi ki: “Her kim Ali evladını öldürürse ateşte olacaktır.” Orada hazır olan Amru bin Ubeyd dedi ki: “Ey Süleyman, doğruyu söyledin, Ali’nin evladını öldürenlerin vay haline.” Sonra Süleyman, halife Mansur’un huzurundan çıktı ve bunun üzerine halife Mansur dedi ki: Amru’nun hatırı olmasaydı Süleyman canlı olarak benim huzurumdan çıkmazdı. (Bu hadis, Abbasi halifesi Mansur ve Ehl-i Beyt muhiplerinden olan Süleyman el-A’meş diye tanınan bir hadis alimi arasında cereyan etmiştir) Ehlibeyt (a.s) Esirleri Şam'da Ehlibeyt (a.s) Esirleri Şam'da Şam, Müslümanlar tarafından fethedildiği günden beri, Halid b. Velid ve Muaviye b. Ebu Süfyan gibi kişiler tarafından yönetilmişti. Şamlılar Hz. Peygamberi (s.a.a) görmemişlerdi, onun hadislerini doğrudan ondan dinlememişlerdi. Peygamberin (s.a.a) ashabının hayat tarzına da onların yanında bizzat gözlemlemek suretiyle tanık olmuş değillerdi. Gerçi Hz. Peygamberin (s.a.a) ashabından az sayıdaki bazı kimseler Şam'a yerleşmişlerdi, fakat onların halk üzerinde pek bir etkileri yoktu. Sonuç olarak Şamlılar, Muaviye b. Ebu Süfyan ve adamlarının hayat tarzının Müslümanların sünneti olduğunu düşünüyorlardı. Öte yandan Şam bölgesi uzun asırlar Roma imparatorluğunun egemenliği altında kalmıştı. Bu yüzden aşağıdaki olaya benzer olayları tarih kitaplarında okuduğumuz zaman şaşırmıyoruz: Hz. Muhammed'in (s.a.a) ailesinin esirleri Şam'a girdiği zaman yaşlı bir adam İmam Seccad'a (a.s) yaklaştı ve: "Sizi mahveden ve emirin sizi yenmesini sağlayan Allah'a hamd olsun," dedi. İmam (a.s): "Ey yaşlı adam! Sen Kur'an'ı okudun mu?" diye sordu. Yaşlı adam: "Evet, okudum," dedi. İmam (a.s): "Peki 'De ki: Ben sizden akrabalarımı sevmenizden başka bir ücret istemiyorum.' ayetini okudun mu?" dedi. Yaşlı adam: "Evet", dedi. İmam: "Ey yaşlı adam! İşte Peygamber’in (s.a.a) o akrabaları biziz," dedi. Sonra şöyle dedi: "Akrabalara hakkını ver" ayetini okudun mu? "Evet, bu ayeti okudum," dedi. Buyurdu ki: "Ey Yaşlı adam! O akrabalar biziz. Peki: 'Bilin ki, ganimet olarak aldığınız şeyin beşte biri Allah'ın, Resulünün ve akrabalarındır.' ayetini okudun mu?" "Evet," dedi. İmam (a.s) dedi ki: "O akrabalar, biziz." Ey Yaşlı adam! 'Ey Ehl-i Beyt! Allah ancak sizden kiri gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister.' ayetini okudun mu? Yaşlı adam: "Evet, dedi. İmam (a.s) dedi ki: "İşte yüce Allah'ın, özel olarak haklarında tathir ayetini indirdiği Ehl-i Beyt biziz." Yaşlı adam: "Allah hakkı için, siz onlar mısınız?" dedi. İmam (a.s): "Allah'a andolsun ki, biz onlarız, bunda hiçbir kuşku yoktur. Dedemiz Resulullah'ın (s.a.a) hakkı için biz onlarız." Yaşlı adam ağlamaya başladı. Sarığını çıkarıp yere attı ve ellerini göğe kaldırarak şöyle dedi. "Allah'ım! Al-i Muhammed'in (s.a.a) düşmanlarından teberri ederek sana yöneliyorum." Tarihçiler anlatıyor: Hüseyin (a.s) öldürülüp Ali b. Hüseyin (a.s) de Kerbela'dan getirilince, İbrahim b. Talha b. Ubeydullah onu karşıladı ve: "Ey Ali b. Hüseyin! Kim galip geldi?" diye sordu. Devenin hörgücünde ve başını örtmüş vaziyetteydi. Ali b. Hüseyin (a.s) ona şöyle dedi: "Kimin galip geldiğini bilmek istiyorsan, namaz vakti girdiğinde ezan oku ve kamet getir." Ali b. Hüseyin'in (a.s) cevabı şu anlama geliyordu: Mücadele, ezan, Allah'ın ululanması ve Allah'ın birliğinin vurgulanması uğruna verilmişti. Haşimoğullarının iktidara gelmesi için değildi. Hüseyin'in, ailesinden seçkin kimselerin ve arkadaşlarının şehit düşmesi, Muhammedî İslâm'ın, Emevî cahiliyesine ve onların safında yer alıp da iman ve İslâm'ın tadını almamış diğer sapıklara karşı bekasını ve kalcılığını sağlamıştı. İmam (a.s) Yezid'in Meclisinde Hz. Hüseyin'in (a.s) kesik başı, eşleri ve ailesinden geride kalanlar Yezid'in sarayına götürüldü. İple birbirlerine bağlanmışlardı. Zeynülabidin (a.s) de zincire vurulmuştu. Yezid'in önünde bu halde durdurulduklarında Yezid, Husayn b. Hamam el-Merri'nin şu beytini okudu: "Bir takım adamların başlarını yararız ki üstündüler ve onlar asi ve zalim olmuşlardı." Ve şu ayeti okudu: "Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. Allah çoğunu affeder." İmam Ali b. Hüseyin (a.s) ona şu ayetlerle cevap verdi: "Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre kolaydır. Elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah'ın size verdiği nimetlere şımarmayasınız diye açıklamaktadır. Çünkü Allah, kendini beğenip böbürlenen kimseleri sevmez." Tarihçiler, Hz. Hüseyin'in (a.s) kızı Fatıma'nın şöyle dediğini anlatıyorlar: "Yezid'in önünde oturduğumuz zaman, bize acıdı. Şamlılardan kızıl suratlı bir adam Yezid'in yanına geldi ve: "Ey müminlerin emiri! Şu cariyeyi -beni kast ederek- bana hediye et," dedi. Bunu yapabileceklerini zannettim ve halam Zeyneb'in elbisesinden tuttum. O, böyle bir şeyin olmayacağını biliyordu." Halam Şamlıya şöyle dedi: "Allah'a yemin ederim, yalan söylüyorsun, kınanacak bir teşebbüste bulundun, Allah'a andolsun. Bunu ne sen, ne de o yapabilir!" Yezid kızdı ve şöyle dedi: "Asıl sen yalan söylüyorsun. Bu iş benim elimdedir. Eğer yapmak istesem yaparım." Halam şöyle dedi: "Asla! Allah'a yemin ederim ki, Allah sana böyle bir yetki vermemiştir. Ancak bizim dinimizden çıkıp başka bir dine girmen başka." Yezid öfkeden ne yapacağını bilemiyordu. Dedi ki: "Bana bu şekilde mi cevap veriyorsun? Dinden çıkan, senin baban ve kardeşindir." Zeyneb şöyle dedi: "Allah'ın dini, babamın dini ve kardeşimin diniyle, eğer Müslüman isen sen, deden ve baban doğru yolu buldunuz. Yezid: "Yalan söylüyorsun, ey Allah'ın düşmanı kadın! dedi. Zeyneb dedi ki: "Ey emir! Haksız yere sövüyorsun ve saltanatını kullanarak baskı uyguluyorsun." Yezid bu söz karşısında utanır gibi oldu ve sustu. Şamlı adam bir kez daha Yezid'e döndü ve; "Şu cariyeyi bana hediye et," dedi. Yezid ona: "Kaybol! Allah sana, ansızın ölümü hediye etsin." Yezid'in, İbn Ziyad'ın Kûfe'de sarfettiği sözlerden daha az sert ve az kırıcı bir dil kullanması, İbn Ziyad'ın, efendisine bağlılığını gösterme gereğini duymasına, Yezid'in ise böyle bir şeye ihtiyacının olmamasına bağlanabilir. Belki de Yezid, Hüseyin'i (a.s) öldürmekle, peygamberin ailesini esir almakla kendisine sert tepkilerin yöneldiğini anlamış ve bu yolla bu tepkileri yumuşatmak istemişti. O günlerde Yezid, Şam hatibine minbere çıkmasını ve Hüseyin (a.s) ile babasını (a.s) kötülemesini emretti. Bu sırada mescidde bulunan İmam Zeynülabidin (a.s) ona şöyle haykırdı: "Yazıklar olsun sana, ey Hatip! Yaratıcının gazabına karşılık yaratılmışın hoşnutluğunu satın aldın. Öyleyse cehennemde kurulacağın yere şimdiden hazırlan." İmam (a.s) Yezid'e döndü ve şöyle dedi: "Şu ağaçların üzerine çıkmama izin verir misin? Bazı sözler söylemek istiyorum, ki bu sözler Allah'ın rızasını içerdiği gibi şu oturanlar için de ecir ve sevap sebebi olur." Orada bulunanlar, esir olduğu halde, bu hasta delikanlının Hatibe ve Emire karşı çıkmasına şaşırmışlardı, adeta donup kalmışlardı. Yezid, izin vermeye yanaşmadı. Oturanlar, delikanlıya izin vermesi için ısrar ettiler. Yezid'in, halkın isteğini kabul etmekten başka çaresi kalmamıştı. İmam (a.s), minberin ağaç merdivenlerinin üzerine çıktı ve sözlerine şöyle başladı: "Ey İnsanlar! Bize altı haslet verildi ve yedi hususta herkesten üstün kılındık: Bize, ilim, ağırbaşlılık, hoşgörü, fesahat, cesaret ve müminlerin kalbinde sevgi verildi. Biz başkalarından üstün tutulduk, çünkü seçilmiş peygamber Hz. Muhammed (s.a.a) bizdendir, es-Sıddik (Ali) bizdendir, et-Tayyar (Cafer) bizdendir. Allah'ın ve Resulünün aslanı (Ali) bizdendir. Dünya kadınlarının efendisi Fatıma Betül bizdendir. Şu ümmetin iki torunu ve cennet gençlerinin iki efendisi bizdendir." Ailesine ilişkin bu tanıtıcı girişten sonra, erdemlerini açıklamaya başladı ve buyurdu ki: "Beni tanıyan tanır. Tanımayanlara ise soyumu ve nesebimi tanıtayım. Ben Mekke'nin ve Mina'nın çocuğuyum. Ben Zemzemin ve Safa'nın çocuğuyum. Ben eteğinin içinde zekatı yoksullara taşıyanın çocuğuyum. Ben örtü ve rida giyinenlerin en hayırlısının oğluyum. Ben (ihram halinde)nalın giyen ve yalın ayak gezenlerin en hayırlısının oğluyum. Ben tavaf edenlerin ve saiy yapanların en hayırlısının oğluyum. Ben hac edenlerin ve telbiye getirenlerin en hayırlısının oğluyum. Ben Burak sırtında göğe götürülenin oğluyum. Ben Mescid-i Haram'dan bir gece vakti Mescid-i Aksa'ya yürütülenin oğluyum. Gece vakti yürüten münezzehtir. Ben, Cebrail'in sidretu'l Münteha'ya götürdüğü peygamberin oğluyum. Ben, yaklaşan, ardından sarkan sonra iki yay gibi yakınlaşanın oğluyum. Ben gökte meleklerle namaz kılanın oğluyum. Ben, celil olan Allah'ın vahyetmek istediğini vahyettiğinin oğluyum. Ben Muhammed Mustafa'nın oğluyum. Ben Ali el-Murteza'nın oğluyum. Lailaheillallah deyinceye kadar insanların (kibirli) burunlarına vuranın oğluyum. Ben, Resulullah'ın (s.a.a) tam önünde iki kılıçla vuruşan, iki mızrakla saldıran, iki kere hicret eden, iki defa biat eden, Bedir ve Huneyn'de savaşan ve bir göz açıp kapama anı kadar kısa bir süre dahi Allah'ı inkar etmemiş olanın oğluyum. Ben, müminlerin en salihinin, peygamberlerin varisinin, dinsizleri kesenin, Müslümanların hamisinin, mücahidlerin nurunun, abidlerin süsünün, ağlayanların tacının, sabredenlerin en sabırlısının, Yasin ailesinin ve alemlerin rabbinin elçisinin soyunun en çok kıyam edeninin oğluyum. Ben, Cebrail tarafından desteklenmiş, Mikail tarafından yardım edilmiş, biatlarını bozan, günaha sapan ve dinden çıkanlara karşı savaşan, nasıbi (söven) düşmanlarına karşı cihad eden, bütün Kureyş kabilesinden yeryüzünden yürüyenlerin en onurlusu, müminler içinde en önce icabet eden, Allah için çağrıya koşan, öncekilerin en ilki, azgınları ayrıştıran, müşriklerin kökünü kurutan, Allah'ın attığı oklardan biri, Allah'ın hikmetinin bahçesi olanın oğluyum… işte niteliklerini saydığım bu adam benim dedem Ali b. Ebu Talib'dir. Ben, Fatimetu'z-Zehra'nın oğluyum. Kadınların efendisinin oğluyum. Ben tertemiz Betülün oğluyum. Ben Resulün (s.a.a) ciğerparesinin oğluyum. Ben kanlara boyanmışın oğluyum. Ben, Kerbela'da kurban edilmişin oğluyum. Ben, karanlıklardan cinlerin üzerine ağladığı, gökte kuşların yasını tuttuğu Hüseyin'in oğluyum." İmam (a.s) "Ben…Ben…" dedikçe, insanlar hıçkırıklara boğuluyordu. Yezid, bir kargaşanın çıkmasından, istenmeyen sonuçların doğmasından korktu. İmam'ın konuşması bir düşünce devrimi meydana getirmişti. Çünkü kendisini Şamlılara tanıtmış, şimdiye kadar bilmedikleri gerçeklerle ilgili olarak kuşatıcı bilgilere sahip olmalarını sağlamıştı. İmam'ın sözlerini kesmesi için, Yezid, müezzine ezan okumasını işaret etti. Müezzin "Allah-u Ekber"diye haykırınca, İmam ona döndü ve şöyle dedi: "Bir başkasıyla mukayese edilmeyecek, duyularla algılanamayacak kadar büyük olan birini ululadın. Allah'tan daha büyük hiçbir şey yoktur." Müezzin "Eşhedu En Lailahe İllallah" deyirce, İmam (a.s) şöyle dedi: "Tüylerim, derim, etim, kanım, beynim ve kemiklerim buna şahitlik eder" Müezzin: Eşhedu Enne Muhammede'r-Resulullah" deyince, İmam (a.s), Yezid'e döndü ve şöyle dedi: "Ey Yezid! Bu Muhammed senin deden midir, yoksa benim dedem mi? Eğer senin deden olduğunu iddia edersen, kuşkusuz yalan söylemiş olursun. Eğer benim dedem olduğunu söylersen, o zaman, şöyle sorarım: "Niçin onun Ehl-i Beyt'ini öldürdün?!" Yezid dona kaldı, cevap verecek mecal bulamadı kendinde. Çünkü yüce peygamber (s.a.a), Seyyidu'l-Abidinin dedesiydi. Yezid'in dedesi ise Peygamberin (s.a.a) baş düşmanı Ebu Süfyan'dı. Şamlılar, büyük bir günahın içinde boğulduklarını iyice anladılar. Emevî yönetiminin sapmaları ve yoldan çıkmaları için yoğun bir propaganda faaliyeti yürüttüğünü ve bu sayede kendilerini yanılttığını kavradılar. Şunu da anladılar: Kişisel kin ve ve dünya makamına düşkünlük, Yezid'in, İmam Hüseyin’e (a.s) karşı tüm bu zulüm sahnelerini segilemesine sebep olmuştu. Yezid'in makam uğruna tüm mukaddas değerleri görmezlikten geldiğinin en somut kanıtı, yönetime gelir gelmez, Medine valisine yazdığı ve Hüseyin'den (a.s) biat almasını, değilse başını kesip Şam'a göndermesini emrettiği mektuptur. Yezid'in yanlış hesapları bağlamında Ehl-i Beyt esirlerini önce Kûfe'ye götürüp teşhir etmesi, sonra bunları oradan Şam'a getirtmesi de sayılabilir. Yezid, yaptığı suçun ne denli büyük ve tehlikeli olduğunu ancak, peygamberin (s.a.a) torununun öldürülmüş olmasına halkın büyük bir tepki gösterdiğine, her gün protestolar düzenlendiğine dair raporlar kendisine ulaştıktan sonra anlayabildi. Bu yüzden, suçu Mercane'nin oğluna yüklemeye çalıştı. Nitekim İmam Seccad'a (a.s) şöyle demişti: "Allah, Mercane'nin oğluna lanet etsin. Allah'a yemin ederim, eğer ben babanın yanında olsaydım, benden ne isteseydi, verirdim ve elimden gelen bütün imkanları kullanarak ölümü ondan uzaklaştırmaya çalışırdım. Ancak Allah gördüğün şeyi takdir etti. Medine'den bana mektup yaz ve bütün ihtiyaçlarının karşılanmasını sağla." İmam Seccad (a.s), Şam'da bulunduğu esnada Minhal b. Amr ile karşılaştı. Minhal sordu: "Ey Resulullah'ın oğlu! Nasıl akşamladın?" İmam (a.s) öfkeli bir şekilde göz ucuyla baktı ve şöyle dedi: "İsrailoğullarının, Firavun hanedanının egemenliği altındaki gibi akşamladık. Oğullarını öldürüyor, kadınlarını sağ bırakıyorlardı. Araplar, arap olmayanlara karşı Muhammed bizdendir, diye övünerek akşamladılar. Kureyş, diğer arap kabilelerine karşı, Muhammed bizdendir, diye övünerek akşamladı. Biz, Muhammed'in Ehl-i Beyt'i ise, kimimiz öldürülmüş, kimimiz de sağa sola savurulmuş, sürgün edilmiş olarak akşamladık. Kuşkusuz biz Allah'tan geldik ve yine Ona döneceğiz." Yezid, Resulullah'ın (s.a.a) emanetlerine, risalet hanesinin iffetli kadınlarına eşlik etmek ve onları Medine'ye geri götürmekle Numan b. Beşir'i görevlendirdi. Fitne çıkmaması ve ortalığın karışmaması için de gece yola çıkmalarını emretti.

ehlibeytgoznurum
 
Kullanıcı adı:
Şifre:
Ezan Vakiti
 
Son Dakika Haberleri
 
Ehlibeytgoznurum Tv Seyredin
 
Elibeytgoznurum Tv Seyretmek İçin Tıklayın
 
Bugün 17 ziyaretçi (30 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol